Beyaz Zambaklar Ülkesinde

Abone Ol

“Çocuk yetiştirmek sadece aile içindeki bir mesele değildir. Bu bir toplum ve devlet meselesidir.”

Grigoriy Petrov’un bu cümlesi, ahlaki bir öğüt olmasının yanında aynı zamanda bir medeniyet reçetesi.

Beyaz Zambaklar Ülkesinde, bir ulusun yeniden doğuşunun hikâyesidir. Ama sadece Finlandiya’nın değil; aslında insanlığın, hatta bizim gibi “uyuyan” toplumların uyanış hikâyesidir.

Petrov’un dili yalın ama etkileyici. Süslemeden, doğrudan kalbe dokunan bir anlatımı var. Kitap bir roman değil ama roman gibi okunuyor; bir tarih kitabı olmamasına rağmen tarihin izlerini taşır. Bu yönüyle didaktik bir yapıt olsa da kuru bir öğretiye dönüşmüyor.

Petrov’un anlatımı yer yer şiirselleşiyor:

“Bataklıklardan zambaklar yetiştirmek, pisliğin içinden güzelliği çıkarmaktır.”

Bu metafor, Finlandiya’nın bataklıklarından doğan bir uygarlığın simgesi aynı zamanda, insanın kendi içindeki karanlıktan kurtulma çabasıdır.

Kitap, 19. yüzyılın sonunda Rus egemenliği altında ezilen Finlandiya’nın bağımsızlık öncesi dönüşüm sürecini anlatır. Petrov’un gözünde Finlandiya, “küçük ama büyük ruhlu” bir millettir. O dönemdeki siyasi duruş, bir direnişten çok, bilinçli bir yeniden inşadır.

Eğitimle, ahlakla, çalışkanlıkla bir ülke yeniden ayağa kalkar. Petrov, siyaseti bir savaş alanı olarak değil, bir hizmet alanı olarak tanımlıyor:

“Siyaset, halkın kalbinde sevgi uyandırmıyorsa bir değeri yoktur.”

Bu yönüyle eser, sadece Finlandiya’nın değil, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin de ilham kaynağı olmuştur. Nitekim Atatürk’ün bu kitabın orduya ve okullara dağıtılmasını istemesi tesadüf değildir.

Petrov’un “aydınlanma” reçetesi, bilimin rehberliğinde şekillenir. Finlandiya’nın yeniden doğuşunu sağlayan unsur, ne zenginliktir ne de güç; bilgi ve eğitimdir.

Kitapta sıkça vurgulanan; bir milletin geleceği öğretmenlerinin ellerindedir düşüncesi oldukça önemlidir.

Bu bakımdan Beyaz Zambaklar Ülkesinde, bir eğitim manifestosudur. Bilimsel düşünme, sorgulama, üretkenlik ve toplumsal sorumluluk kitabın omurgasını oluşturuyor.

Petrov, toplumu bir organizma olarak görüyor. Bataklık metaforu aslında bir “toplumsal bilinçaltı” na işaret eder: tembellik, cehalet, umutsuzluk. Bu çamurdan çıkmak için önce zihinsel bir devrim gerekiyor.

Psikolojik olarak kitap, bireyi sorumlu bir yurttaş olmaya çağırıyor. Sosyolojik olarak ise, “kurtarıcı lider” değil “kurtarıcı halk” fikrini işliyor. Bu yönüyle demokrasiye ve katılımcılığa öncülük ediyor.

Eserin teknik yapısı klasik roman formatında değil; bölümler halinde ilerleyen bir düşünce anlatısıdır. Bu nedenle olay örgüsü zayıf, fakat mesaj yoğunluğu yüksektir.

Karakterler semboliktir, isimler birer birey değil, fikir temsilcileridir. Bu teknik seçim, anlatımın belgesel bir ciddiyet kazanmasını sağlıyor.

Eserin en güçlü yönü, ilham verme gücü. Okuyucuya “toplum nasıl değişir?” sorusunun yanıtını adım adım sunuyor. Ayrıca sade diliyle her kesime hitap ediyor.

Ancak olumsuz yan olarak, günümüz okuyucusu için yer yer fazla idealist ve tek yönlü gelebilir. İnsan doğasındaki karanlık yönleri romantize etmeden anlatması eksik kalabilir.

Beyaz Zambaklar Ülkesinde, Finlandiya’nın değil aynı zamanda Türkiye’nin de aynasıdır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında bu kitabın elden ele dolaşmasının nedeni budur. Çünkü biz de o dönem “bataklıktan zambak” yetiştirmeye çalışan bir toplumduk.

Bugün ise, yeniden o aynaya bakma zamanıdır.

Kitabı okurken Mustafa Kemal Atatürk’ün sesini duyar gibi oluyoruz:

“Bir milletin ahlak değeri, o milletin yükselmesini sağlar. Bir millet, zenginliğiyle değil, ahlak değeriyle ölçülür.”

Belki de şimdi, yeniden “beyaz zambaklar”a ihtiyaç duyduğumuz bir dönemdeyiz.