Demokrasi; kaynak olarak halk iradesine dayanan, amaç olarak toplumun iyiliğini hedefleyen, yönetim olarak ise demokratik diye adlandırılan bir takım usullerle çalışan bir siyasal yönetim tarzıdır.
Ülkenin bulunduğu coğrafya itibariyle demokrasiyle tanışması oldukça geç olmuştur. Gerçek anlamda demokrasinin ülkemizde doğuşu, tabi ki Gazi Mustafa Kema Atatürkl adlı çağının çok önünde bir asker ve fikir adamının tüm dünyaya örnek olan atılımları sayesinde, sancılı bir sürecin ardından demokratik-laik, insan haklarına dayalı, hukukun üstünlüğüne inanan, kadın-erkek eşitliğini esas alan, bilimi ve bilimsel eğitimi rehber edinmiş bir Cumhuriyeti kurması ile Demokrası ile tanışır ülke.
Demokrasi tarihimizde kutuplaşmalar demokratik sürece zarar vermiştir.
Totaliter idareler, memleketlerinde ise, insanlarının ruhunda kapanmayacak yaraların izlerini bırakırlar. İktidarını muhafaza uğruna bir diktatörün yapmayacağı şey yoktur. Öncelikle memleketin problemlerini çözme sorumluluğuna genellikle katlanamazlar. akıl, bilim, ahlak ve liyakat ın olmadığı bir yönetimde demokrasiden söz edilemez.
Atatürkün deyişiyle; Herhalde millet, hükümetin gözcüsü olmak gerekir. Çünkü hükümetlerin yaptığı işler olumsuz olup da millet itiraz etmez ve düşürmezse, bütün kusur ve suçlara katılmış demektir. (Nutuk III, s.1188)
Peki, sorumlu kim? Sadece yönetenler-hükümetler değil, onların yanlışlarına ses çıkarmayan, değişik kaygılarla o yanlışları görmezden gelen herkes, hepimiz suçluyuz. Oysa cumhuriyet, ulusun egemenliğine büyük bir kıskançlıkla sahip çıkmasını gerektirir. Demokrasi ancak, ulus egemenliğine gerçekten sahip çıkarsa kurtarıcı bir nitelik kazanır.
Bir gün Sokrates'in bir talebesi Sokrates'e sorar:
- "Eğer demokrasi çoğunluğun kararını kabul etmekse, adil olan da bu değil midir?
-Mesela yüz kişinin oy kullandığı bir yerde, elli bir kişinin kararına mı uymak daha adil ve doğru olur, yoksa kırk dokuz kişinin kararına uymak mı?
-Hem çok mümkündür ki, daha çok insanın daha az insandan yanılma ihtimali daha azdır. Şu halde sizin demokrasiye karşı çıkmanız doğru olmadığı gibi haklı da sayılmaz."
-Bunun üzerine Sokrates soru-cevap yöntemini kullanarak o talebeye önce sorar:
- "Bize söyler misin bilge olmak mı daha zordur yoksa cahil olmak mı daha zordur? "
Talebe:
- "Elbette ve hiç şüphesiz bilge olmak daha zordur. Bilge olmak için çok okumak araştırmak ve yorulmak gerekirken, cahil olmak için bir şey yapmaya gerek yoktur."
Sokrates:
- "Peki o halde bize yine söyler misin toplumlarda cahil insanların sayısı mı çok olur, yoksa bilge insanların sayısı mı çok olur? "
Talebe:
- "Elbette ve hiç şüphesiz cahil insanların sayısı fazla olur."
Sokrates:
- "Peki bize yine söyler misin, bir gemide yüz yolcu bulunsa, geminin nerde, nasıl ve hangi yönde yelken açması gerektiğini kaptan mı daha iyi bilir, yoksa o yüz yolcu mu?"
Talebe:
- "Eğer yolcular içinde Denizcilik bilgisi iyi olan yoksa pek tabi en iyi bilen kaptandır. Yoksa, gemi batmasa bile savrulur, durur. "
Sokrates:
- "Peki o halde diyebilir miyiz ki, herkes her konuda karar veremez. Herkes bildiği yerde konuşmalı, her iş ehline verilmeli...."
Talebe:
- "Pek tabi olması gereken budur."
Sokrates:
- "Peki o halde, bize yine söyler misin, kimin hangi konuda bilgili olup olmadığını bilmeden, sadece çoğunluk oldukları için kararlarını doğru bulmak adil ve doğru olabilir mi? Hem sen de kabul ettin ki, bir toplumda cahillerin sayısı bilgelerden hep daha çok olur..."
Demokrasi, muhalefet partilerinin iktidara gelmek için özgürce çalışabildiği rejimin adıdır. Liderler sertlik söylemlerinden, kitleleri kutuplaştırmaktan sakınmalıdırlar. Seçimlerde kutuplaşmalardan kaçınan tüm partilere eşit davranan ortamın yaratılmasında birinci derecede sorumluluk iktidar partisinindir.
Her seçimin bir siyasal tarihinin de yazıldığı unutulmamalıdır..