E.M. Cioran’ın Düşüncelerin Günbatımı (Précis de décomposition) adlı eseri, sadece bir felsefi deneme değil; düşüncenin kendi kendini inkâr eden, varoluşun tuğlasını söken, hayatın üzerine çöken metafizik bir sis perdesidir.
Kitap, 20. yüzyılın en karanlık ama aynı zamanda en berrak entelektüel yüzlerinden biri olan Cioran’ın ilk Fransızca yapıtı olup, entelektüel huzursuzluğun edebi, psikolojik ve sosyolojik izlerini taşıyor.
Cioran’ın üslubu aforizmalarla dolu, tahrip edici ama estetik bir kudret taşıyor. Dil, neredeyse bir zehir gibi damıtılmış. Şu cümle mesela:
“Bir düşünce, kendini yıkıma uğratmıyorsa, düşünce değildir.”
Cioran, fikirleri sarsmakla kalmaz, onları ironik bir şekilde yüceltir; sonra da ayaklar altına alır.
Onun yazısı hem bir ilahî söylev hem de nihilist bir isyandır. Kimi zaman bir şairin sezgisiyle, kimi zaman bir celladın soğukkanlılığıyla yazar. Bu yönüyle, Nietzsche’nin felsefi coşkusunu Kafka’nın boğucu sessizliğiyle harmanlanıyor.
İsmet Birkan çevirisiyle Jaguar Kitap’tan ülkemizde yayımlanan eserde Cioran, savaş sonrası Avrupa’nın entelektüel yalnızlığını kişiselleştirerek evrensel bir sorgulama haline getiriyor.
Kitap, insanın ilerleme mitiyle, uygarlıkla ve ideolojilerle olan “açık yarası” gibidir.
Cioran, ideolojilere mesafelidir. Komünizme, faşizme, liberalizme aynı oranda güvensizlik duyar. Her türlü kurtuluş vaadini alaya alır. Onun gözünde “insanlık” bir tür kazadır ve her “kurtarıcı fikir”, daha büyük felaketlerin habercisidir.
Bu nedenle onun düşüncesi siyasi değil, anti-siyasidir. Politikayı tarihsel trajedilerin tekrarı olarak görür:
“Tarih, delilerin birbirini izlediği bir lunaparktır.”
Cioran, rasyonalizme ve pozitivist bilgiye kuşkuyla yaklaşır. Bilimsel ilerleme, onun için insanın metafizik çöküşünü engelleyemez. Bilimin sunduğu “anlam”, insanın acısını dindirmez.
Cioran’a göre, evrenin yasalarını anlamak bizi yaşamanın anlamsızlığından kurtarmaz, sadece onu daha açık bir biçimde görmemizi sağlar.
Kitap, derin bir melankoli, anksiyete ve depresyon halinin edebi bir dışavurumudur.
Cioran’ın satırlarında varoluşsal yorgunluk ve tükenmişlik hissi hâkim. Her cümle, “yaşamak zorunda olmak”ın ağırlığını taşıyor.
Bu yönüyle kitap, varoluşçu psikolojiyle sıkı bir bağ kuruyor. Cioran’ın yazılarını, psikolojik bir otoanaliz veya uzun bir intihardan vazgeçiş mektubu gibi okumak mümkün.
Cioran, toplumla uyumlu bir birey değil. Onun gözünde toplum, sıradanlık üretme fabrikasıdır. Modern insanın toplumsal rollerine karşı derin bir tiksinti besler. Ona göre birey, ancak yalnızlığında hakikati duyabilir. Dolayısıyla Cioran’ın düşüncesi, sosyalleşmenin değil, bireysel içsel çözülmenin peşindedir.
Modern hayatı bir tür “gürültülü cehennem” olarak tanımlıyor.
Cioran, uzun argümanlar kurmaz. Fikirlerini kısa, yoğun ve sarsıcı aforizmalarla sunuyor. Bu teknik, onun düşüncesini hem ulaşılması zor hem de etkileyici kılıyor.
Okur, her cümlede bir uçurumun kenarına gelir ve düşüp düşmemek arasında salınır.
Aforizma, Cioran için hem bir silah hem bir dua gibidir. Her satır, bir fikirden çok bir ruh halinin dışavurumudur.
Düşüncelerin Günbatımı, karamsarlığın doruğunda bir tür arınma arayışıdır.
Cioran, umutsuzluğun sonuna vararak özgürlüğe ulaşır. Kitap, kolay okunur gibi görünse de kolay hazmedilmez. Çünkü her cümle, okuru kendi varoluşuyla yüzleşmeye zorlar.
Eğer cesaretiniz varsa, bu kitap sizi kendi iç karanlığınıza götürür. Ve belki de orada, yeni bir anlam arayışı başlar.
“İnsanı yaşatan şey umut değil, alışkanlıktır.”
Cioran’ın karanlığı, karşımıza bir ışık gibi çıkar. Ama bu ışık, göz kamaştırmaz; içimize çöken bir gölge olarak kalır.
Günbatımı, bazen bir başlangıçtır. Ya da sadece sonun farkında olmanın adıdır.