Bir nefes yaşadık ömrümüzü, şimdi bir nefeslik gökyüzü…

Hızlı geçen zaman karşısında bocalayıp ne yapacağını şaşırıyor insanlık.

“Zaman hızlı geçiyor” diye söylenmeyi bırakıp, zaman kadar hızlı yaşamaya niyet ediyoruz.

Yaşamak için kazanmak, kazanmak için çalışmak, çalışmak için iş, iş için yaşamak… 

Bu döngüde dönüp duruyoruz ve adına hayat diyoruz.

Öyle öğrettiler; çünkü yaşamak için para kazanmalısın…

Çocukluk çağlarında hayat daha mı yavaştı yoksa bize mi yavaş geliyordu bilmiyorum. Hep bir büyüme isteği olurdu. Yaşı büyük olanlara gıpta ile bakıp bir gün büyüyeceğimizin hayallerini kurardık.

Büyük olmak…

Hızlı geçmesini dilediğimiz zamana inat, bir türlü geçmeyen yıllar içince hep çocuk kaldığımızı görüp geçmeyen zamana sitem ederdik.

Mahalledeki komşularımızın öğütlerine dikkatlice dinleyip, büyüyünce nasıl insan olunacağını hayal ederdik.

Fotoğraf:https://www.instagram.com/p/B_As55KJ1yZ/

Yan komşumuz yaşını almış bilge bir kadındı.

Kendi halinde, güleç yüzlü, başındaki yazmasının arasından al al görünen yanakları sürekli parlayan, renk renk giydiği basmalarla evin önündeki çiçekleri kıskandıran bu güzel kadına “Ebe” derdik.  Dizinde yatmanın büyülü bir etkisi olurdu. Başımı dizine koyduktan sonra anlattığı masalları dinleyerek uyumaktan büyük keyif alırdım.

Çok da güzel yemek yapardı. Eskilerin elinin ayarı var, kimsenin bilmediği…

Ne gram, ne bardak, ne kaşık ölçü değildir onların yemeklerinde. Göz kararıdır, attıkları her malzemenin ölçüsü.

Göz kararı denildi mi bitmiştir…

Hele bir “Sulu Pilav” yapardı ki, aklıma geldikçe o bulgurun tadını hala duyumsuyorum.

İki katlı, kerpiçten yapılma evin tahta penceresinden, ismimi söyleyerek “Sulu Pilooo oldu, goş gel, soğumadan ye biyo”diye bağırdığında, hissettiğim mutluluk yüzüme yansır, ne olursa olsun, sırıta sırata gelir, dizinin dibine otururdum ebemin…

Sac üstünde pişen yufka sert sert olurdu. Sonra bunlar üst üsüte dizilir, üstü bir örtüyle kapatılırdı. Yemek için kaç tane gerekiyorsa bu yığından alınıp, suyla ıslatıldıktan sonra bir örtü içinde bir müddet bekletilirdi. Sonra yumuşacık yufka hazır… İşkefe dediğimiz bu ekmeği tek başına yapmak mümkün değil. Konu komşu toplaşır sırayla her eve yapılırdı. Bakkaldan nadiren alınan somun ekmeğin yerine genellikle işkefe olurdu evimizde.

Ebemin yaptığı sulu pilav, bu işkefeyle birleştirilip yenirdi. Yer sofrası serilip, sert yufkalardan dört beş tane üst üste konur, sulu bırakılmış bulgur pilavı, sert yufkaların üstüne boca edilirdi. Yumuşayan yufkaya sarılarak yenilen bulgur aşı, epeyce doyurucu olurdu.

Devri daim olsun bize bu güzellikleri yaşatan tüm büyüklerimizin…

Yaşamaksa yaşıyoruz yine, her dönemin kendine has güzelliği, kendine has yaşam heyecanı var. Her dönemi kendi içerisinde değerlendirmek gerekir diye düşünüyorum.

Bu günlerde, geçmişte yaşadığımız insani değerlerimize özlem duyuyor olsak da bir yerlerde insan kalmış yanlarımız mutlaka vardır.

Kolay harcıyoruz etrafımızdaki dostlarımızı…

Kolay vazgeçiyoruz yaşanmışlıklarımızdan…

Kolay bitiriyoruz ne kadar olduğunu bilmediğimiz zamanımızı…

Kolay tüketiyoruz bize lazım olan insanlığımızı…

Önümüz bayram, kurban bayramı…

İnsanlığını hatırlamak için hayvanları kurban etmeyi düşünen insanlık, bu eylemini gerçekleştirirken bile insanlığını unuttuğunun farkına varmayacak.

Ve yine insan kalamadan, zamanı geçireceğiz…

İnsanlığını hatırlamak yerine, yaşama telaşı sardı insanlığı…

Büyük küçük herkes kendince beklenti içinde…

Kimine göre hasret gidermece, kimine göre dinlence…

Bayram vesilesiyle;

Büyüklerin gözlerinden, küçüklerin ellerinden öperim…

Her kim nerede olursa olsun, kiminle olursa olsun, ne durumda olursa olsun, nasıl olursa olsun; 

Bir nefes yaşadık ömrümüzü, şimdi bir nefeslik gökyüzü…