İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, bugün TBMM’de, grup toplantısında konuştu. Gündeme dair değerlendirmelerde bulunan Akşener, özetle şunları söyledi:

“MECLİS'İN ETKİN DENETİMİ DEYİNCE İKTİDARDAKİLERİ HEMEN BİR RAHATSIZLIK ALIVERDİ”

“Altı siyasi parti olarak, geniş bir mutabakat zemininde hazırladığımız, Anayasa Değişikliği önerimizi milletimizle paylaştık. Kurucu değerlerimize sadık kalarak; Meclis’i güçlü, yargıyı bağımsız, yürütmeyi de istikrarlı hale getirmek için ortaya koyduğumuz bu önemli çalışma ülkemizin kalkınması ve demokratikleşmesi yolunda, atacağımız adımları tariflerken, aynı zamanda, istibdada karşı hürriyetin sesini savunuyor. Tabi biz bu önerimizle kuvvetler ayrılığının tesisi, Partili Cumhurbaşkanı döneminin sonu, meclisin etkin denetimi deyince; iktidardakileri hemen bir rahatsızlık alıverdi.

“BU ARKADAŞLARA DAHA ÇOK PANİK ATAKLARI YAŞATACAĞIZ”

Akademik özerkliğin, hakimlere coğrafi güvencenin geldiğini görünce rahatsız oldular. Temel hak ve hürriyetlerin, tüm devlet organlarını bağlayıcı hale getirildiğini; insan onurunun, anayasal düzenin temeli olarak düzenlendiğini, hürriyeti sınırlamanın istisna olduğunu görünce tedirgin oldular.

Sağlık hakkının, çevre hakkının ve elbette hayvan haklarının ilk kez anayasal güvence altına alınmasının önerildiğini görünce mutsuz oldular. Yurt dışında yaşayan Türklerin hak ve menfaatlerini korumanın devletin bir görevi olarak benimsendiğini ve Meclis’te, yurt dışındaki vatandaşlarımızın da temsil edilmesi için 15 milletvekili ayrıldığını görünce paniğe kapıldılar.

Elbette bu durumu yadırgamıyoruz. Sayın Erdoğan’ın dediği gibi: ‘Bunlar daha iyi günleri…’ Çünkü, daha yeni başlıyoruz. Bu arkadaşlara daha çok panik atakları yaşatacağız. Durmadan, dinlenmeden, yorulmadan çalışmaya ve saraydaki sefaya alışanların rahatını her adımımızla bozmaya itinayla devam edeceğiz. Hiç kusura bakmasınlar. İstibdadın bitişine az kaldı. Hürriyete az kaldı. Güçlü, zengin ve mutlu bir Türkiye’ye çok az kaldı. Kimse merak etmesin.

“LİYAKATSİZLİĞİN VE KEYFİLİĞİN BİR BAŞKA ÖRNEĞİ DE BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ’NDE YAŞIYOR”

Artık, ülkemizin her yanını saran adaletsizliğin, liyakatsizliğin ve keyfiliğin bir başka örneği de maalesef, Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşanıyor. Ülkemizin en değerli kurumlarından biri olan Boğaziçi Üniversitesi’nin bütün köklü gelenekleri ve nitelikli eğitim kalitesi yerle bir edilmek isteniyor. Üniversitemiz zincirleme biçimde, hoyratça bir siyasi kadrolaşmaya, liyakatsiz atamalara, sarayı aratmayan ucube bir yönetim anlayışına sahne oluyor. 18 Ocak 2022’de üç fakültenin seçilmiş dekanları mesnetsiz suçlamalarla görevden alındı. Ardından 4 Mart 2022’de üniversiteyle hiçbir ilgisi olmayan üç akademisyen, tepeden indirme yöntemiyle aralarında İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nin de bulunduğu üç fakülteye, dekan olarak atandı. Bu kişiler akademisyen bile olmadıkları üniversitede dekan sıfatıyla, yönetim kurullarına girdiler. Öğrenciler ve akademisyenler aleyhinde yüzlerce soruşturmaya katıldılar. Üniversitedeki işleyişi hiç bilmedikleri için usulsüz, hukuksuz kararlar aldılar. Bu kararların tamamı da öğrenciler ve akademisyenler tarafından yargıya taşındı.

Peki bu kararlar neydi biliyor musunuz? Mesela geçtiğimiz ekim ayında İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde İşletme Bölümü’nün seçilmiş başkanı ceza verilerek görevinden alınıyor. Tepeden inme dekan da onun yerine kendisini bölüm başkanı olarak atıyor. Evet, yanlış duymadınız kendisini atıyor. Bu dekan Türkiye’nin en yüksek puanlı işletme bölümünde kendi alanı olmamasına rağmen hukuksuz bir şekilde, vekaleten bölüm başkanlığı yapıyor. Rezalet maalesef burada da bitmiyor.

Bu kasım ayında Ekonomi Bölüm başkanı da aynı şekilde görevden alınıyor. Ekonomi Bölümü’nde idari açıdan oldukça tecrübeli akademisyenler olmasına rağmen aynı dekan yine, tamamen usulsüz ve hukuksuz bir şekilde kendisini buraya da atıyor. Böylece Türkiye’nin, en yüksek puanlı ekonomi bölümüne ekonomiyle alakası olmayan bir dekan, adeta ‘ben aslında ekonomistim’ diyerek saray sakinlerinden alıştığımız; buram buram cehalet kokan bir özgüvenle vekaleten bölüm başkanlığı yapıyor. Bu dekanın, ben görmedim resmini; muhtemelen gözünde ışıklar var.

Bu sayede içerisinde 3 bölüm olan, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nin iki bölümüne bu her konunun uzmanı dekan arkadaş vekaleten başkanlık yapıyor.

Şimdi hepiniz bu ‘Erdoğanımsı’ dekanın kendi alanı nedir, diye merak ettiniz? İşte o da 3’üncü bölümde saklı. Bu arkadaşın alanı Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkilermiş. Ancak ne hikmetse kendi alanına bir türlü başkan atamıyor. Peki neden biliyor musunuz? Çünkü bu dekan arkadaş kendisini Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümüne akademisyen olarak atatmak için uğraşıyor. Bu yüzden de herhalde göze batmamak için bu bölüme vekaleten başkanlık yapmıyor. Çünkü esas amacı asaleten başkan olmak. Hatta bunun için çalışmalara da ağustos ayında başlıyor. Bölümün ve fakültenin hiçbir talebi olmamasına rağmen kadro kullanma izin talebi için YÖK’e gidiyor. YÖK de her zamanki ciddiyetsizliğiyle Fakülte Yönetim Kurulu ile bölümün onayı olmamasına ve yapılan tüm itirazlara rağmen dekanın talebini onaylayıp 27 Ekim 2022’de kadro ilanı çıkıyor. Üstelik ilanda, doktora tezinin başlığına kadar tüm koşullar da bu arkadaşın akademik geçmişiyle yakından örtüşüyor.

İşte tüm bu rezillik Boğaziçi Üniversitesi’nin ne denli hedef alındığını, kişisel çıkarlar ve rant arayışları için ne denli tahrip edildiğini çok net bir şekilde ortaya koyuyor. Bu durum; Ülkemizdeki her gelir grubundan en parlak çocuklarımızın alınlarının teriyle girip kamu kaynaklarıyla, dünya standardında eğitim aldıkları saygın bir üniversitemizin liyakatsizlikle, kayırmacılıkla ve keyfilikle düşürüldüğü durumun özetidir.

Boğaziçi Üniversitesi’ni esir alan bu örnek ülkemizdeki en büyük sorunlarımızdan biri olan tepeden inme ve liyakatsiz atamaların, ahbap çavuş ilişkisiyle yürütülen işlerin ortak akıl ve demokrasiden uzak yönetim anlayışının ibretlik bir iz düşümüdür. Bu arkadaşa işgal ettiği dekanlık ile başkanlıklara çok alışmamasını tavsiye ediyor, içinde bulunduğumuz dönemde keser ve sapın hızla döndüğünü ve hesap gününün artık çok yakın olduğunu hatırlatmak istiyorum.

Ayrıca iki yılı aşkın süredir maruz kaldıkları hukuksuzluk karşısında hakkını arayan, her gün nöbetler tutarak bu ahlaksızlığa itiraz eden, demokratik, özerk ve özgür bir üniversite hayalinden vazgeçmeyen Boğaziçi Üniversite’mizin tüm akademisyenlerine ve öğrencilerine her zaman yanlarında olduğumuzu bir kez da söylemek istiyorum. Siz hiç merak etmeyin. Yaşadığınız bu kâbus bitecek. Buna engel olmaya kimsenin gücü yetmeyecek.

“ARTIK POLİTİKA FAİZİNE ‘ERDOĞAN FAİZİ’ DİYEBİLİRİZ

Bay Kriz ve ekonomi yönetiminin akıl ve bilime düşman davranışları artık tüm dünyada devlet yönetiminde liyakatsizlik ve beceriksizlik dendiğinde neredeyse literatüre girecek bir vaka haline geldi. Bu durumun son örneği olarak geçtiğimiz hafta Merkez Bankası politika faizini yüzde 9’a indirdi. Böylece faiz tek haneli rakama indi. Sayın Erdoğan da nihayet muradına erdi. Peki ülkemizde ne değişti? Hiçbir şey. Ne kur oynadı ne de faizlerde bir değişiklik oldu. Merkez Bankası’nın politika faizinin düşük olması bir tek Sayın Erdoğan’ı mutlu etmeye yarıyor. Çünkü ekonomide herhangi bir sinyal etkisi yok. Dolayısıyla artık politika faizine de ‘Erdoğan faizi’ diyebiliriz.

Sayın Erdoğan her ne kadar faize karşı zafer kazanmış gibi nutuklar atsa da, atsan da milletimizin yaşadığı gerçekler maalesef değişmiyor. ‘Faiz sebep, enflasyon sonuç’ yalanına artık kimse inanmıyor. Çünkü çarşıdaki, pazardaki pahalılık vatandaşlarımızın canını yakmaya aynen devam ediyor. Mutfaklardaki yangın büyüyerek devam ediyor. Memur, esnaf, emekli, asgari ücretli,

Enflasyon canavarının altında ezilmeye devam ediyor. Ama Bay Kriz’e göre artık sıra enflasyondaymış. Aklınca faizi halletti ya şimdi sıra enflasyona gelmiş. Biliyorsunuz en son ‘Merak etmeyin, o da inecek’ dedi. Tabi bu aslında olumlu bir gelişme. Çünkü hatırlasınız kendisi uzun bir süre enflasyonun varlığını bile kabullenememişti. Sonrasında ‘enflasyon demesek, hayat pahalığı desek’ diyerek işi iyice lakayıtlığa vurmuştu. Ve bu yılın başından beri de enflasyon için düşüş tarihi vermeye çalışıyor. ‘Mart’ta düşecek’ dedi olmadı. ‘Nisan’da düşecek’ dedi, olmadı. ‘Mayıs’ta düşecek’ dedi, yine olmadı. Şimdi artık tarih de veremiyor. ‘3 vakte kadar’ edebiyatıyla, konuyu geçiştirmeye çalışıyor.

Yalnız, Sayın Erdoğan’ın kahve fallarına endekslediği enflasyonu düşürme masalında Tayyip Bey’i Üzmeyen İstatistik Kurumu, TÜİK’in katkılarını da saymazsak olmaz. Bu süreçte onlar da çok çektiler. Tayyip Bey’i mutlu etme yolunda çok başkan eskittiler. Sayın Erdoğan’ın istediği rakamı söylemeyen başkanlar sonbaharda düşen yapraklar gibi, birer birer döküldüler. Adaya teker teker veda ettiler. Ve en sonunda TÜİK de çareyi her şeyi gizlemekte buldu. Mayıs 2022’den beri ayrıntılı veri açıklamayı durdurdu. Şimdi de hummalı bir biçimde baz etkisiyle hesap oyunlarıyla milletimize enflasyon düştü masalları anlatmaya hazırlanıyorlar. Ama yemezler. Milletimiz artık son derece açık ve net bir şekilde görüyor ki bu iktidar artık ülkemizi yönetemiyor. Memleketimizi, içine sürükledikleri yangın artık kürsü nutuklarıyla gizlenemiyor. Makyajlı rakamlarla kapanamıyor. Süslü yalanlarla örtülemeyecek kadar açık bir şekilde sokaklarda, marketlerde, pazarlarda görülüyor.

“MİLLETİMİZ ARTIK MARKETE GİTMEK BİLE İSTEMİYOR”

Milletimiz artık markete gitmek bile istemiyor. Neden biliyor musunuz? Çünkü parasının yetip yetmeyeceğini bilemiyor. Çünkü kasada mahcup olmaktan çekiniyor. Çünkü aldığı ürünleri iade etmek zorunda kalmaktan korkuyor. Ama biz bu gerçekleri dile getirdikçe iktidar bize: ‘Abartıyorsunuz’ diyor, ‘Yaygaracılık yapıyorsunuz’ diyor, ‘Yalan söylüyorsunuz’ diyor.

Her evin vazgeçilmezi sütün 1 litresinin fiyatı 2021 yılının kasım ayında 7,13 lirayken, 2022 yılının Kasım ayında 15 buçuk liraya çıkmış. Yani 1 yıllık artış oranı yüzde 117,4 olmuş. 1 kiloluk beyaz peynirin fiyatı 2021 yılının Kasım ayında 32,89 lirayken, 2022 yılının Kasım ayında 85,80 liraya çıkmış. Yani 1 yıllık artış oranı yüzde 160,9.  Mesela, 1 kilo yoğurdun fiyatı 8,74 lirayken 17,98 liraya çıkmış. Yani 1 yıllık artış, yüzde 105,6. Mesela 1 kilo patlıcan 7,12 lirayken 18,90 liraya çıkmış. Yani 1 yıllık artış, yüzde 165,6. 1 kilo domates 7,36 lirayken 19,90 liraya çıkmış. Yani 1 yılda yüzde 170,3 artmış. 1 kilo salatalık 5,46 lirayken 11,90 liraya çıkmış. Yani 1 yılda yüzde 118,1 artmış. 1 kilo limon 4,39 lirayken 13,90 liraya çıkmış. Yani 1 yılda yüzde 216,8 artmış. 1 kilo elma geçen sene 5,38 lirayken bu sene 14,90 lira olmuş. Yani 1 yılda, yüzde 177 zamlanmış. 1 kilo pirincin fiyatı 13,04 lirayken bir senede 27,50 liraya çıkmış. Yani yüzde 110,9 artmış. 1 kiloluk toz şekerin fiyatı 2021 yılının Kasım ayında 6,91 lirayken, 2022 yılının Kasım ayında 24 liraya çıkmış. Yani 1 yıllık artış oranı yüzde 247,4. Ancak tüm bu rakamların karşısında TÜİK’e göre şeker yalnızca yüzde 153 artmış.

“DURMAK YOK ARTIK YOLUN SONU YAKIN SAYIN ERDOĞAN”

Ne demişler? Yalancının mumu, yatsıya kadar… Hal böyleyken iktidarın mumu da artık seçime kadar. Giderayak sönmekte olan, iktidar mumunun, cılız ışığında durmak yok, yalana devam Sayın Erdoğan. Durmak yok, masala devam Sayın Erdoğan. Durmak yok, artık yolun sonu yakın Sayın Erdoğan. Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarihinde bu kadar beceriksiz böylesine ciddiyetsiz bir iktidar daha görülmemiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarihinde milletimizin taleplerine böylesine kulak tıkayan yaşadığı acılara bu denli göz yuman bir iktidar daha görülmemiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarihinde vatandaşın cebine böylesine göz diken bir iktidar daha görülmemiştir. Ülkemiz bugün tarihinde görülmemiş bir bunalımın içindedir ve bu bunalımın sebebi de iktidarın ta kendisidir.

2022 bütçe harcama büyüklüğünün 1 trilyon 751 milyar lira olması planlanmıştı. Şimdi ise iktidar bunun 3 trilyon 134 milyar lira olacağını söylüyor. Yani yıl sonu itibariyle bütçe başlangıç miktarının neredeyse iki katına çıkıyor. İkinci Dünya Savaşı koşulları altındaki 1943 yılından beri böyle bir şey hiç yaşanmamış. 79 yıl aradan sonra Bay Kriz ülkemize, 2’nci dünya savaşı şartlarını yaşatmayı, başarmış bulunuyor. Bu olağanüstü başarısızlıktan ötürü başta Sayın Erdoğan olmak üzere liyakat abidesi AK Parti ekonomi kadrosunu kutluyorum.

“FARKLI İHTİYAÇLARIN KARŞILANMASI AMACIYLA TAM 26 ÖNERGE VERDİK”

2023 yılı bütçesinin Plan ve Bütçe Komisyonu’ndaki görüşmeleri 25 Kasım itibariyle sona erdi. İYİ Parti grubu olarak milletimizin farklı ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla tam 26 önerge verdik. EYT sorununun tüm hak sahiplerini kapsayacak şekilde çözülmesi amacıyla 100 milyar liralık bütçe önergesi verdik. İnternet alt yapımızın güçlendirilmesi ve internet erişimi olmayan hiçbir hane kalmaması için 3 milyar lira istedik. KOBİ'lere destek ödemesi yapılması için 10 milyar lira talep ettik. Esnaf ve sanatkârlarımıza aylık 2000 lira destek verilmesi için 48 milyar lira bütçe ayırın dedik. Kaçak göçmen ve sığınmacıların sınır dışı edilmesi için geri gönderme merkezleri inşa edilip gerekli planlama yapılsın diye 10 milyar liralık bütçe önerdik. Köprü ve otoyollardan garanti geçişler için yandaş şirketlere ödenmek üzere ayrılan 53 milyar liranın da bütçeden düşürülmesini talep ettik. Ez cümle sağlık çalışanlarımızdan öğretmenlerimize kadar, çiftçilerimizden şehitlerimize ve ailelerine kadar milletimizin yaşadığı, birçok sorunun çözümü için bütçe önergeleri verdik. Tahmin edeceğiniz gibi istişareden, demokrasiden nasibini almamış Cumhur İttifakı milletvekilleri bu önergelerin tamamını, reddetti.

“CUMHURİYETİMİZİN 100’ÜNCÜ BÜTÇESİ AK PARTİ’NİN DE ‘VEDA BÜTÇESİ’ OLACAK”

Tabi, bizim milletimiz için verdiğimiz önergelerimizin, tamamı reddedilirken KÖİ projeleri için yandaş müteahhitlere 102 milyar lira, faiz giderleri için de 566 milyar lira ödenek koyuldu. Miktarını kimsenin bilmediği kur korumalı mevduat ödemeleri de aynen devam edecek. İşte size Ak Parti’nin ‘millet odaklı’ bütçe anlayışı. Gerçekten ibretlik. Öyle anlaşılıyor ki Cumhuriyetimizin 100’üncü bütçesi Ak Partinin de ‘veda bütçesi’ olacak. Çünkü bu bütçede’ ekonominin sorunlarını’ yapısal olarak çözecek hiçbir tedbir yok. Kamu yatırımları için ayrılan kaynak, çok yetersiz. Bay Kriz’in tek amacının, ekonomiyi seçime kadar yüzdürmek olduğu çok net bir şeklide anlaşılıyor. Israrla ve inatla sürdürülen yanlış politikaların bedeli vatandaşımıza, yoklukla, yoksullukla, fakirleşmeyle ödetiliyor. Bu bütçede, çiftçi yok, emekli yok, memur yok, asgari ücretli yok, öğrenci yok, EYT’li yok. Bu bütçede, millet yok, millet. Mesela; Tarım destekleme bütçesi enflasyona karşı korunmuyor, çiftçilerimiz mağdur ediliyor. TÜİK’in açıkladığı Tarımsal Girdi Fiyat Endeksine göre tarımsal girdilerde enflasyon yüzde 138,2’e ulaştı. Ama buna rağmen 2022 yılında tarım destekleme bütçesi sadece yüzde 62,7 artırılıyor. Oysa tarımsal destekleme bütçesi en azından, tarımdaki girdi maliyetleri kadar artırılmalıydı.

Saçma sapan politikalar nedeniyle üst gelir grubuna Kur Korumalı Mevduat kapsamında bir çırpıda, 300 milyar lira ödemekten kaçınmayan iktidar milyonlarca çiftçimize, ‘2023 yılında, sadece 54 milyar lira ödeyeceğim’ diyor. Kamu Özel İş Birliği Projeleri çerçevesinde, ‘Beşli çeteye, 102 milyar lira ödeyeceğim’ diyen iktidar çiftçilerimize sadece 54 milyar lirayı layık görüyor. Ak Parti’nin veda bütçesinden öğrencilerimiz de nasibini alıyor. KYK burs ve kredi ödemeleri düşük artırılarak ihtiyaç sahibi öğrencilerimiz de mağdur ediliyor.

“ÖĞLEN YEMEĞİNİN YANINDA BİR POĞAÇA KOYAMIYOR”

Biz uzunca bir zamandır derin yoksulluk çalışıyoruz. Bizzat ben çalışıyorum arkadaşlarımla beraber o evlere giriyorum. Şu anda aranızda bulunan birçok arkadaşımızın kendi imkanları çerçevesinde bir fon oluştu. ‘Derin yoksulluk fonu.’ Kitap, kırtasiye anlamında eksik gideriyoruz. Burs vermeye gayret ediyoruz. Ve o kadar acı ki aileler okul forması alamıyor. Aileler çocuklarına okula giderken ayakkabı alamıyor. Kırık buzdolaplarının içinde sadece hoşaf buluyorum. Bu ailelerin anneleri çocuklarının sabah kahvaltısını benim gibi kadınların, ‘uydur, kaydır’ dediği gıda maddeleriyle bir şekilde bir sabah kahvaltısı verdikten sonraki fasılda öğlen yemeğinin yanına bir poğaça koyamıyor, bir elma koyamıyor. Buradan çok şikayet aldık.

Bizzat kendim gidiyorum ve bunun bir çıktısı olarak adına ‘Rüzgar Gülü’ dediğimiz ve öğrencilere okul öncesi, ilkokul, ortaokul ve lise talebelerine devlette okuyanlara ücretsiz sabah kahvaltısı ve öğle yemeği önerisinde bulunduk. ‘Biz iktidar olduğumuzda bunu yapacağız’ dedik ‘ama durum vahim siz de yapın’ dedik. Durum o kadar vahim ki bunu derhal vakit geçirmeden hayata geçirin siz bunun hayır duasını alın, varsa artı değeri siz alın. Çünkü nesli kaybediyoruz. Üç buçuk, dört yaşındaki çocukların kemikleri sayılıyor, on beş yaşındaki çocukların büyük çoğunluğu obez, protein almadıkları için. Buna kulak tıkadılar, kulaklarının üstüne yattılar.

“KİMSESİZLERİN KİMSESİYDİNİZ ÖYLE Mİ? HADİ BE!”

Demre Belediyemiz bunu bir öğün yemekle kendi imkanları çerçevesi içerisinde Demre’de bir pilot uygulama olarak hayata geçirdi. O çocukları açlığa mahkûm eden bir karar alındı. Aileleri umutsuzluğa mahkûm eden bir karar alındı ve o karar Milli Eğitim Müdürlüğü eliyle Kaymakamlık tarafından Demre Belediyemizin yaptığı bu yemek yardımı ortadan kaldırıldı, yasaklandı. Kimsesizlerin kimiydiniz öyle mi? Hadi be! Yoksullukla mücadele için gelmiştiniz değil mi? Hadi be! Hani siz ayrımcılık yapmayacaktınız? Hani yasaklarla mücadele edecektiniz? Hadi be! Siz bugün ayrıcalıklı bir sınıf yarattınız. Enesler ağlarken, Furkanlar ağlarken; siz pudra şekerleri çeken, acayip arabalara binen, tuhaf pantolonlar giyen, tuhaf ceketler giyen, kocaman zevksiz kolyeler takan, tuhaf traşlı, tuhaf sakallı gençler yarattınız. Yazıklar olsun size, haram olsun, zıkkım olsun, zehir olsun.

“SARAY SENİ NE HALE GETİRDİ SAYIN ERDOĞAN?”

O yarattığınız nesil milyon dolarlık teknelerden sosyal medyalarına iğrenç fotoğraflar koyarken; adı Enes, Furkan, Ecrin bunlar aç yatıyor. Bunların anaları yemek pişiremediği için ağlıyor. Bunlar bu dönemde doğmuş ama beş yaşına kadar kemikleri sayılan çocuklar. Devlet okullarında beslenme çantası olmayan ama o beslenme çantasından iyi kötü bir şey çıkaran diğer arkadaşlarına imrenerek bakan, gidip tuvaletin çeşmesinden su içip açlığını gideren çocuklar.

Sayın Erdoğan ne yapıyorsun? Bunu en iyi sen bilirsin. Sen aç yatmanın ne olduğunu bilirsin, bilirdin. Unuttun Sayın Erdoğan. Sen gece sofraya tek çeşit yemek koyup kendi kaşık ya da çatal uzatamamış ‘çocuklarım doysun’ diyen bir annenin hassasiyetini bilirdin Sayın Erdoğan. Sana ne oldu? Sen ne oldun Sayın Erdoğan, saray seni ne hale getirdi Sayın Erdoğan? Çocukların yemeğini nasıl iptal ettirirsin Sayın Erdoğan? 2021’den beri söylüyoruz. Sen yap, artısını sen al. Oyları sen al. O çocuklar açlıktan kurtulsun. Bodurluk başladı Sayın Erdoğan. O çocukların boyları uzamıyor. Hele büyükşehirlerde anlatamam size berbatlığı. Anlatamam o girdiğim evlerdeki durumları… Günahtır.

2022 yılında yüzde 85,5’luk enflasyona karşı öğrenci burs ve kredileri sadece yüzde 30 oranında artırılıyor. Bu kadar yüksek enflasyon ortamında maaş ve ücretlerin altı ayda bir enflasyon kadar artırılması çalışanlar ve emeklilerde büyük bir refah kaybına neden oluyor. Bu kayıp yıllık bazda çalışanların cebinden 830 milyar lira alınması demek. Ama maalesef çiftçinin, çalışanların, öğrencilerin yaşadıkları bu kayıpların hiçbiri 2023 bütçesinde telafi edilmiyor.

“MESELE ‘YAŞAM HAKKI’ OLUNCA DEVLET DE BU KONUYA DUYARSIZ KALAMAZ”

Uzun süredir sahipsiz sokak hayvanlarıyla ilgili haberleri endişeyle takip ediyoruz. Bu mesele ülkemiz için artık çok ciddi bir sorun hâline geldi. Bu sorun gün geliyor masum çocuklarımızı tehlikeye atıp canlarına mal oluyor gün geliyor sessiz canlarımızın canice katledilmesine sebep oluyor. Buradan açıkça ilan etmek istiyorum: Bizim 11 yaşındaki Mustafa’mızının hayatını kaybetmesine de geçtiğimiz hafta, Konya’daki barınakta yaşanan vahşete de zerre tahammülümüz yoktur. Bizim için, buradaki esas mesele ‘yaşam hakkının’ ihlalidir. Nasıl ki tüm insanların onurlu bir yaşam hakkı varsa o insanlarla aynı dünyayı, aynı toprağı, aynı havayı paylaşan tüm canlıların da onurlu bir yaşam hakkı vardır. Dolayısıyla bizim anlayışımıza göre mesele, ‘yaşam hakkı’ olunca devlet de bu konuya duyarsız kalamaz. Sokaklarımızın, milletimiz için, güvensiz hâle gelmesine de barınaklarımızın işkence merkezlerine dönüşmesine de razı olamaz.

Devlet yönetmekten, bihaber olan bu iktidar bu konuda da tüm beceriksizliğini gözler önüne seriyor. 18 Kasım’da Sayın Erdoğan bir açıklama yapmıştı. Demişti ki, ‘Sahipsiz sokak hayvanlarının yeri, sokaklar değil, barınaklardır. Belediyeler, barınaklar inşa ederek, başıboş sokak hayvanlarını toplamalı. Konya Büyükşehir Belediyemizin, çok örnek bir çalışması var.’ Bu açıklamadan tam 1 hafta sonra Sayın Erdoğan‘ın örnek gösterdiği, Konya Sahipsiz Hayvan Bakımevi ve Rehabilitasyon Merkez’inde korkunç bir vahşetin görüntülerine şahit olduk. Eminim ki birçoğunuz benim gibi o işkence görüntülerini izlemekte bile zorlandı. İnsanlıktan nasibini almamış, vicdansız bir caninin yaptıkları karşısında, hepimizin yüreği sızladı. O sessiz hayvanlara işkence eden vicdansızları kendilerine emanet canlıları açlıkla sınayan kalpsizleri buradan bir kez daha lanetliyorum.

“KABAHATLER KANUNU’NDAN ÇIKARTILIP CEZA YASASINA KONMALIDIR”

Resmi ve net bir şekilde özellikle köpeklere ve kedilere tecavüz eden erkeklerin görüntüleri geliyor. Şimdi bütün bunlara baktığımız zaman o gün o köpeğe, o kediye tecavüz eden yaratığın yarın bizim küçük çocuklarımıza aynı şeyi yapmayacağını kimse söyleyemez. Hayvanlar üzerinde denenen pek çok adiliğin daha sonra çocuklarda daha sonra kadınlarda uygulandığını psikologlar ve sosyoloji söylüyor dolayısıyla hayvan ilk adım. Hayvana karşı yapılan o iğrençlik ilk adım. Birincisi ceza yasasından bunların kabahatler kanunundan çıkartılıp resmi bir biçimde ceza yasasına konulmasıdır. Para verip kurtulacağını düşünmemelidir. Ceza kanunuyla, ceza yasasıyla karşılaştığı zaman hapis yatacağını bilmelidir. Buradan bir caydırıcılık sağlanmalıdır.

Bu caniler için yürekleri soğutacak bir cezai yaptırım maalesef kanunlarımızda yer almıyor. Üstelik iktidar da her zaman olduğu gibi olay yaşandıktan sonra, ‘gereken tedbirleri aldık’ demenin ötesine geçemiyor. Hatta devlet yönetmenin gereğini yerine getirerek bu konuya son verecek netlikle somut adımlar atacağına yine insanlarımızı birbirinin karşısına dikerek işin içinden sıyrılmaya çalışıyor. Ciddiyetsiz açıklamalar bilinçsiz yönlendirmelerle milletimizi düşman kamplara ayırıyor. Bir yanda sahipsiz sokak hayvanlarının saldırısına uğrayan sevdikleri zarar gören ve haklı olarak tepki gösteren vatandaşlarımız hayvan düşmanı ilan edilirken diğer yanda ise hayvanları koruyan ve onların güvensiz barınaklarda yaşamasına tepki gösteren, hayvanseverlerimiz de ‘hayvanperest’ ilan edilerek, hedef gösteriliyor. Böyle vicdansızlık olmaz, böyle ciddiyetsizlik olmaz. Böyle devlet yönetilmez.

“BİLİMİN, HUKUKUN VE VİCDANIN ÇERÇEVESİNDE ÇÖZÜM BULMAK ZORUNDAYIZ”

Ülkemizde yaşanan tüm sorunlara olduğu gibi bu soruna da aklın, bilimin, hukukun ve vicdanın çerçevesinde çözüm bulmak zorundayız. Nitekim biz İYİ Parti olarak sorumlu devlet anlayışımız gereği hem sahipsiz sokak hayvanlarının korunması hem de sokaklarımızın güvenliğinin sağlanması için bir çalışma yaptık. Bu doğrultuda, İYİ Parti iktidarında sahipli hayvanların olduğu kadar sahipsiz hayvanların da yaşam hakkını destekleyeceğiz. Saldırganlık geçmişi olan, engelli ya da güçten düşmüş hayvanların yerel yönetimlerce kurulan veya izin verilen hayvan bakımevlerine insancıl yöntemlerle naklini sağlayacağız. Hayvanların fizyolojik, sosyal, psikolojik, çevresel ve davranışsal gereksinimlerini karşılamak için barınaklarımızı, evrensel standartlarda, geliştireceğiz. Özellikle bugün yaşadığımız acıların bir kez daha tekrarlanmaması için saldırganlık geçmişi olan hayvanların dünya standartlarında bir rehabilitasyon programına alınarak iyileştirilmelerini sağlayacağız. Ayrıca barınaklardaki hayvanlarımızın kontrolsüz nüfus artışını önlemek için de düzenli ve disiplinli bir kısırlaştırma programını hayata geçireceğiz. Şu anda, 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanun’a ek olan ‘Hayvanların Korunmasına Dair Uygulama Yönetmeliği Kapsamında, Geçici Bakımevi Şartlarının içeriğinde bir barınağın nasıl olması gerektiğine dair her türlü detayı içeren, kapsamlı bir mevzuat bulunuyor. Ama mevzuatta bulunan maddeler bugün maalesef ne uygulanıyor ne de denetleniyor.

“BARINAKLARI, HAYVANSEVERLERİMİZİN VE GÖNÜLLÜLERİN ZİYARETİNE AÇIK TUTARAK ŞEFFAF BİLGİ AKIŞINI DA DESTEKLEYECEĞİZ”

Yani barınakların koşulları ve hayvanların kaderi tamamen oralarda çalışan personelin inisiyatifine bırakılıyor. İşte bu yönetimsizliğin acı sonuçları da Konya’da olduğu gibi karşımıza çıkıyor. Sessiz dostlarımız kafeslerin içinde aç kalarak, sevilmeden, koşup oynamadan hatta çoğu zaman kötü muameleye maruz kalarak yaşam mücadelesi veriyor. Aslında Tarım ve Orman Bakanlığı’nın sorumluluğunda olan ama her işi olduğu gibi, bu işi de eline yüzüne bulaştıran iktidarın aksine biz barınakların, evrensel standartlara göre ruhsatlandırılmasını ve düzenli olarak denetlenmesini sağlayacağız. Barınakları, hayvanseverlerimizin ve gönüllülerin ziyaretine açık tutarak şeffaf bilgi akışını da destekleyeceğiz. Ayrıca rehabilite edilen ve eğitilen hayvanlarımızın doğru ailelere sahiplendirilmesi için düzenli ve etkili kampanyalar yürüteceğiz.

Bunun yanında ise milletimizi evcil hayvan sahipliğinin sorumlulukları konusunda bilgilendirecek hayvanları terk etmenin etkileri ve sonuçları konusunda farkındalık çalışmalarını artıracak cezai yükümlülükleri de ağırlaştıracağız. Şüphesiz ki sahipsiz sokak hayvanları meselesinde atılması gereken en önemli adımlardan biri de merdiven altı ve kayıt dışı üretimin engellenmesidir. Bu doğrultuda, İYİ Parti olarak biz sorunun köküne inecek hayvan üretimine belirli standartlar ve caydırıcı vergiler getirerek hayvan nüfusu artışını, kontrol altına alacağız. Ve son olarak da;

5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nun caydırıcılık konusundaki yetersizliğinin önüne geçen ek düzenlemeler getireceğiz. Hayvanlara karşı sokakta, evde, ya da barınakta işlenen suçların idari para cezasıyla geçiştirilmesine, asla izin vermeyeceğiz. Cezaların, suçun ağırlığına göre sınıflandırılmasını sağlayacağız.”