Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi, bugün İstanbul Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’ne kanal İstanbul projesi ile ilgili itiraz etti. DEVA Partisi Doğa Hakları ve Çevre Politikaları Başkanı Yasemin Bilgel, "İçinde bulunduğumuz salgın dönemi ve ekonomik krizi de göz önünde bulundurduğumuzda, iktidarın kamu kaynaklarını bu projeye aktarma konusundaki ısrarının rant dışında açıklanabilir bir yanı yoktur" dedi.

DEVA Partisi, Kanal İstanbul projesi için İstanbul Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’ne bugün itiraz dilekçesi verdi. Dilekçede, Marmara Denizi’nin oksijensiz kalacağı, İstanbul’un Avrupa yakasındaki tatlı su kaybının yüzde 13’e varacağı ve canlı fay hatlarının bulunduğu bölgede nüfus yoğunlaşmasına neden olarak deprem ve tsunami risklerinin artacağı belirtildi. DEVA Partisi Doğa Hakları ve Çevre Politikaları Başkanı Bilgel tarafından yapılan açıklamada, projenin çevreyi olumsuz etkileyeceği, ulusal güvenlik riskleri yaratacağı ve üç canlı fay hattının bulunduğu bir bölgenin yerleşime açılmış olacağı vurgulandı.

Açıklamaya Yerel Yönetimler ve Şehircilik Politikaları Başkanı Mehmet Emin Ekmen, Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanı Mustafa Yeneroğlu, Kurumsal İletişim ve Tanıtım Başkanı Sanem Oktar ile parti yöneticileri katıldı. 

"GERİ DÖNÜLMESİ MÜMKÜN OLMAYAN ÇEVRE TAHRİBATLARI YARATACAK"

Bilgel geri dönülmesi mümkün olmayan çevre tahribatları yaratacak ve hayati güvenlik riskleri barındıran Kanal İstanbul projesinin bilimsel itirazlar dikkate alınmadan ve katılımcılıktan uzak bir biçimde hayata geçirilmeye çalışılmasından duydukları endişeyi vurgulayarak şunları söyledi:

“Projenin planlandığı bölge, İstanbul’un ormanlarının, mera ve tarım alanlarının, yerüstü ve yeraltı su kaynaklarının, su havzalarının olduğu bir bölgedir. Kanalın inşası orman, tarım ve mera alanlarımızın kaybına neden olacak, tarımsal istihdam ve hayvancılığı olumsuz etkileyecek ve su fakiri olan İstanbul’un su sorununu daha da büyütecektir. Proje, Marmara Denizi’ni ise oksijensiz bırakarak ölü bir denize dönüştürme riski taşımaktadır. Kanal İstanbul Projesi, yaratacağı bu ekolojik yıkım dışında, halihazırda nüfus sorunu yaşayan İstanbul’un yeni yerleşim yerleriyle nüfusunun artmasına sebep olacak ve şehir üstündeki stresi daha da artıracaktır.”

"İKTİDARIN ISRARININ RANT DIŞINDA AÇIKLANABİLİR BİR YANI YOKTUR"

Bölgede doğal ve arkeolojik sit alanlarının bulunması nedeni ile şehrin kültürel mirasının tehlikeye gireceğini, olası bir depremde kanalın etkileneceğini ve deprem hasarının artacağını ifade eden Bilgel, bu proje ile Türkiye’nin boğazlardaki egemenliğinin ve güvenliğinin teminatı olan Montrö Sözleşmesi’nin tartışmaya açılabileceğini ve ulusal güvenlik riskleri doğabileceğini hatırlattı. Bilgel, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Yaratacağı çevresel yıkım, afet ve güvenlik riskleri düşünüldüğünde, Kanal İstanbul’un kamu yararına bir proje olmadığı açıktır. Projenin maliyetiyle ilgili tahminler 20 milyar dolardan başlayıp 60 milyar doların üstüne çıkmaktadır. Bu kaynağın, İstanbul’un olası bir depreme hazır hale getirilmesi, iklim değişikliğine uyumlu ve yaşanabilir bir şehre dönüştürülmesi gibi öncelikli sorunlar için harcanması yerine bu projeye ayrılması kabul edilebilir değildir. İyi yönetim, önceliklerini kamu yararı doğrultusunda belirleyen yönetimdir. İçinde bulunduğumuz salgın dönemi ve ekonomik krizi de göz önünde bulundurduğumuzda, iktidarın kamu kaynaklarını bu projeye aktarma konusundaki ısrarının rant dışında açıklanabilir bir yanı yoktur.”