Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, “Avrupa, sayıları yüzleri bile bulmayan mültecilere sınırları kapatırken Türkiye'ye deyim yerindeyse, rüşvet karşılığında milyonlarca mülteciyi tutma görevini vermiş bulunuyor” dedi.

Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, haftalık basın toplantısında gündemi değerlendirdi. Karamollaoğlu'nun açıklamaları şöyle:

"BİZ ÖZELLİKLE ÇEVREYİ, EN ÖNDE TUTTUĞUMUZ MESELELERİN BAŞINA GETİRDİK"

"Özellikle son birkaç haftadır hem dünyada hem de ülkemizde sel, heyelan ve deprem gibi afetler sıklaştı. Özellikle de Rize, Artvin illerimizde yaşanan sıkıntılar, bazı vatandaşlarımızın hayatlarını kaybetmesi bizleri derinden üzüntüye sevk etti. Yaralanan kardeşlerimize acil şifalar diliyorum. Hayatlarını kaybedenlerin yakınlarına da baş sağlığı diliyorum. Umarım bu yaşananlar, iş başında bulunan bugünkü iktidar için bir ibret vesilesi olur ve bundan sonra yaşanabilecek olan bu tip felaketlere karşı daha hazırlıklı davranırlar. Tabii bu iklim değişiklikleri çok önemli bir mesele. Biz özellikle iklim değişikliklerini, çevreyi en önde tuttuğumuz meselelerin de başına getirdik. Kuraklık artıyor, buna paralel olarak tarımda birtakım sıkıntılar yaşanıyor. Bundan dolayı sadece ülkemiz için değil bütün dünya için de bu bir yeni gelişme. Bütün dünya buna hazırlanırken bizim de elbette içinde bulunduğumuz coğrafyada bu tip felaketlere hazırlıklı olmamız gerekiyor. Bundan dolayı da iktidarın bundan sonraki felaketlere hazırlıklı olması gerektiğini, birtakım felaketlerin olma ihtimali daha fazla olan bölgelerde de şimdiden tedbirlerin alınması gerektiğini bir görev olarak biliyorum.

"MİLLİ SPORCULARIMIZI CANI GÖNÜLDEN TEBRİK EDİYORUM"

Tokyo Olimpiyat Oyunları başladı ve devam ediyor. Önümüzdeki ayın 8'ine kadar da bu müsabakalar devam edecek. Ben, Tokyo Olimpiyat Oyunları'nda ülkemizi başarıyla temsil eden farklı branşlarda elde ettikleri galibiyetler ve aldıkları madalyalarla göğsümüzü kabartan milli sporcularımızı canı gönülden tebrik ediyorum. Bundan sonraki günlerde de yeni başarıların olmasını ümit ediyorum.

"ÜMİT EDİYORUZ Kİ TUNUS NORMAL BİR DEMOKRATİK SÜRECİN İÇİNE DÖNER"

Son zamanlarda Tunus'ta yaşanan gelişmeler bizi endişeye sevk etti. Bunun alt yapısı önceden Tunus'ta oluşturulmuş ama o prosedür tam olarak hayata geçirilmemiş. Mesela bir Anayasa Mahkemesi kurulması icap ederken orada böyle bir mahkeme kurulmamış. Cumhurbaşkanı'na birtakım yetkiler verilmiş ama hangi sebeple olursa olsun bir başbakanın görevden alınması, meclisin faaliyetlerinin durdurulması demokrasiye vurulan bir darbe olarak algılanır. Tunus'ta meydana gelen hadiseler de böyle bir algının, bunun neticesinde de endişenin doğmasına vesile olmuştur. Bundan dolayıdır ki Tunus aslında Arap Baharı'nın doğmasında işaret fişeği gibi bir gencin intiharıyla başlamıştır. Biz bu işaretlerden mutlaka bir olumlu netice çıkarmalı, ders almalı, ona göre de toplumun arzuları istikametinde politikaların oluşması için demokrasiyi, insan haklarını, hürriyetleri ayakta tutacak mekanizmaları mutlaka işletmeliyiz. Cumhurbaşkanı'nın bazı vaatleri var, siyasi partilerin de bazı talepleri var Tunus'ta. Ümit ediyoruz ki bir aylık anayasaya göre süre içinde bu olumsuzlukların hepsi bertaraf edilir ve Tunus normal bir demokratik sürecin içine döner. Aksi taktirde bu tip gelişmeler başka ülkelerde de örnek olarak alınıp hiç arzu etmediğimiz gelişmelere zemin hazırlayabilir. Bundan dolayı geçmişte de ifade ettiğim gibi Tunus'ta yaşanan bu hadiselerin en kısa zamanda normal mecrasına dönmesinin arzu ettiğimizi ifade etmeyi bir vazife olarak görüyorum.

"NASIL BİR VİCDAN BUNA RAZI OLABİLİR?"

Ne yazık ki iktidarın, sürecin en başından itibaren Suriye meselesinde takındığı yanlış tutumun ve başı boşluğun faturası, savaştan ve yokluktan kaçan mazlum ve mağdur insanlara kesiliyor. Geçtiğimiz günlerde ülkemizde maalesef bir belediye başkanının mültecilere yönelik sözlerini son derece üzüntüyle karşıladık. İnsanlar keyif için kendi memleketlerini bırakıp başka bir ülkeye göç etmezler. Eğer böyle bir mecburiyet doğduysa onlara karşı insanca davranmak, bizim için en önemli bir görevdir. Bir belediye başkanının, bu mültecilerin kendi ilinden çıkmaları için su ve katı atık bedeli gibi kalemlerde aldığı ücreti 10 misli artıracağını ifade etmesini hayretle karşıladım. Nasıl bir vicdan buna razı olabilir? Böyle bir ayrımcılığa zaten kanunlar imkan vermez, sayın belediye başkanı da bunu bilir. Aynı sudan sen içersen 10, sen içersen 100 lira. Bu ne biçim bir mantık? Bir belediye başkanı bunu nasıl makul bir tedbir olarak Türkiye kamuoyuna duyurabilir. Elbette belki mültecilerden rahatsız olan bazı çevreler bu belediye başkanını alkışlayabilirler ama vicdanlarına danıştıkları zaman bunun makul olmadığını mutlaka kendileri de anlayacaklardır. Bizim bu vahim ve yanlış uygulamaların çözüm olmadığını tekraren bütün milletimize duyurmayı bir görev addediyorum. Eğer bazı yöneticiler bu tip adımları atmayı bir görev olarak addederlerse maalesef toplumda pamuk ipliğine bağlı olan huzur iyice bozulur ve hiç beklemediğimiz sonuçlar ortaya çıkabilir.

“KOLLUK GÖREVİNİ ADETA RÜŞVETLE TÜRKİYE'YE KABUL ETTİRİYOR"

Biz bunu söylerken herhangi bir vatandaşımızın iktidarın yanlış politikalarından kaynaklanan sorunlardan ya da demokratik yapının değişmesinden rahatsız olduğunu ifade etmesinin engellenmesini de bir sebep olarak görmüyoruz. Bu sorunların çözümüne dönük çalışmaların yapılmamasından da rahatsızlıklarını ifade edebilirler. Fakat bilmeliyiz ki millet olarak bizim aradığımız çözüm, her şart altında vicdani ve insani olmak zorundadır. Çözümün siyasi olduğu açıktır. Avrupa, sayıları yüzleri bile bulmayan mültecilere sınırları kapatırken Türkiye'ye deyim yerindeyse, rüşvet karşılığında milyonlarca mülteciyi tutma görevini vermiş bulunuyor. Bugünkü mültecilerin temel sorunu maalesef Türkiye'nin kendi komşularıyla olan münasebetlerindeki yanlış tutumundan kaynaklanmaktadır. Özellikle de Suriye politikası. Türkiye, Suriye'ye karşı yanlış bir politika izlememiş olsaydı bugün bu sorunlarla karşı karşıya kalmazdık. Avrupalı, bu sıkıntılardan kendisine bir pay düşmemesi için her yola başvurmakta tereddüt göstermiyor ve ne yazık ki Edirne'nin ötesinde huzurun bozulma ihtimali varsa bunu önlemedeki kolluk görevini Türkiye'ye adeta rüşvetle kabul ettiriyor. Türkiye'ye verilen birkaç milyar dolarlık yardım, aslında halimizin ne olduğunu çok açık bir şekilde gösteriyor. Türkiye, siyasi ağırlığını kullanarak bölge ülkeleriyle ve uluslararası kuruluşlarla birlikte bu işin çözümünü aramak, ortak bir zemin oluşturmak mecburiyetindedir.

"SENDİKALARIN İSTEKLERİNİ SON DERECE İNSAFLI VE MAKUL OLARAK GÖRÜYORUM"

Memurlarla toplu sözleşme dönemi başladı. Aslında iktidar, bu toplu sözleşmeyle ilgili sendikaların yaptığı tekliflere karşı kendi teklifini daha önceden yapacaktı ama 27'sine kadar bekleyelim dedi. Şu anda 4 milyona yakın memur ve 2 milyona yakın emekli, zam pazarlığıyla karşı karşıya. Bu görüşmelerden önce memur sendikalarımızın kamuoyuna duyurdukları istekleri son derece insaflı ve makul olarak gördüğümü ifade ediyorum. Çünkü hakikaten abartılı bir rakamla iktidarın karşısına çıkmadılar. Bugüne kadar aslında devletin asli gücünü ve bel kemiğini oluşturan bu memurlarımızın geçmişte aldıkları zamların ne yazık ki onları enflasyon karşısında koruyamadıklarına şahit olduk. 2019'da memura reva görülen %11,4'lük zamdan bu yana hedeflenen enflasyon yüzde 7,5 iken gerçekleşen enflasyon yüzde 25 civarına yükseldi. Buna karşılık aradan geçen bu sürede dolar yüzde 46, euro yüzde 54, altın yüzde 71, yağ yüzde 116, elektrik yüzde 31, doğalgaz yüzde 23,5'in üstünde arttı. Bu rakamlar açıkça gösteriyor ki memurlarımız son iki yılda enflasyon karşısında ezildiler. Bizim hükumete tavsiyemiz, milletten kopuk bir yönetim anlayışını bir kenara bırakıp bu süreci önemli bir fırsat olarak görmeleridir. Yandaş müteahhitlere bol keseden ihale dağıtabilen, yakın çevresine ulufe gibi bol bol kadro veren, bir kişiye 3 ayrı yerden yeri geldiğinde 30 ayrı yerden ücret alabilme imkanını sağlayan, büyük sermaye sahiplerinin milyon dolarlık vergi borçlarını tek kalemde silen bir anlayıştan vazgeçmesini veya o anlayışı aynı şekilde memurlar için de göstermesini bekliyoruz iktidardan. Biz tabii ki bu iktidardan, 1996'da gösterdiğimiz babayiğitliği göstermelerini beklemiyoruz. Ancak memur sendikalarının bu mütevazi olarak gördüğüm tekliflerini yerine getireceklerini de ümit ediyoruz.

"GİRDİ ÇIKTI MALİYETİ VE ZARARA SEBEBİYET VERİLMEMESİ GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURULMALI"

Fındık, özellikle Giresun'dan, Ordu'dan Sakarya'ya kadar uzanan bir bölgede önemli bir ürün ve memleketimiz için de önemli bir kaynak. Ancak yıllardır, -yine 1996 hariç- bu fiyat politikası fındık üreticisine hiçbir zaman rahat bir nefes aldırmamıştır. Türkiye, dünya genelinde fındık üretiminin yüzde 60-65'ini karşılamaktadır ama ne yazık ki bu imkana rağmen fiyatları belirlemede Türkiye değil, başka ülkelerin fındık tüketicileri etkili olmaktadır. Türkiye'miz fındıkta, üretimdeki bu üstünlük ve avantajına rağmen uluslararası piyasalarda fiyat belirlemede mutlaka önceliği ele almalıdır. Yıllardır fındık ihracatından Türkiye'miz en fazla 2-2,5 milyar dolar seviyesinde bir gelir elde etmektedir. Ancak bu rakamlar ne fındık üreticisinin ne de ülkemizin yarasına merhem olmaktan uzak gözükmektedir. Bayram öncesi fındık fiyatlarının açıklanması beklenirken bakanlık, reoklte tahminlerini daha iyi yapabilmek için beklemeye geçmeyi tercih etti. Fiyat belirlenirken göz önüne alınması gereken asıl mesele üreticinin girdi çıktı maliyetlerinin tam olarak karşılanması ve hiçbir surette zarara sebebiyet verilmemesi olmalıdır. Üretici zarar ederse, üretimden vazgeçer.

"3-5 YANDAŞ İÇİN MİLYARLARCA LİRALIK BORCU SİLİYORSUNUZ, PEKİ GARİBAN MEMUR NOLACAK?"

2013 yılında fert başına düşen milli gelir 13 bin dolar civarındaydı. Şimdilerde bunun 23 bin dolar civarına çıkması bekleniyordu ama 8 yılda hak ile yeksan olduğumuzun fotoğrafıyla karşı karşıya kaldık. Şu anda Romanya, Bulgaristan, Sırbistan, Gabon, Dominik Cumhuriyeti'nin bile gerisine düştü Türkiye. Hazine ve Maliye Bakanlığı'nın iki gün önce yaptığı açıklamaya göre merkezi yönetim brüt borç stoğu 30 Haziran itibariyle 2 trilyon 26 milyar 800 milyon liraya ulaşmış. Bir zamanlar trilyonları bırakmıştık, şimdi yeniden trilyonlar yeniden gündeme girdi. Hem de geçmişteki trilyonun 1 milyon misli. Bu rakamlara göre merkezi yönetim brüt borç stoğu son bir ayda 25,5 milyar lira arttı. Neden bu kadar hızlı bir şekilde borçlanıyoruz ve neden sürekli olarak fakirleşiyoruz? Her üniversitenin başına, eskiden aday olmuş adamları buluyorsunuz, bunların içinde hiç mi uzman yok, hiç mi ekonomist yok? Çağırıp, 'Niye biz bu hale düştük?' diye neden sormuyorsunuz. Gelir dağılımında adaleti sağlayacaksanız toplu sözleşmede memurun ihtiyacını karşılayacaksınız, 'Param yok' diyemezsiniz. 3-5 tane yandaş için nasıl milyarlarca liralık borcu bir kalemde siliyorsunuz, peki gariban memur nolacak? Memurun şevk ve heyecanla çalışmasını sağlamak, problemlerimizin çözümünde en önemli unsurlardan birisidir. Bu rakamlar çok açık bir şekilde gösteriyor ki milletimiz geçinemiyor, ay sonunu getiremiyor."