İçinde Doğduğum Beden

Abone Ol

Edebiyat, çoğu zaman en kişisel olanı en evrensel biçimde anlatma çabasıdır.

Guadalupe Nettel’in otobiyografik romanı İçinde Doğduğum Beden”, işte böyle bir çabanın incelikli örneği olarak karşımıza çıkıyor.

1970’lerin Meksika’sında, bedensel bir farklılıkla doğan bir kız çocuğunun dünyaya tutunma hikâyesi, bireysel bir büyüme anlatısı olmasının yanında; o dönemin çalkantılı toplumsal ikliminin gölgesinde şekillenmiş bir zihnin iç dünyasına açılan pencere gibi de okunmalı.

“Sonunda, uzun bir yolculuğun ardından, tüm kendine özgü özellikleriyle, içinde doğduğum bedende yaşamaya karar verdim. Nihayetinde bana ait olan ve beni dünyaya somut bir şekilde bağlayan, aynı zamanda da ondan ayrışmama imkân sağlayan tek şey oydu.”

Bence bu satır, kitabın hem kalbini hem pusulasını oluşturuyor.

Nettel’in dili sade olduğu kadar keskinde. Sıradan bir çocukluk hikâyesini melodrama sapmadan, edebi bir olgunlukla aktarıyor.

Anlatı tekniği, iç monologlarla dış dünyayı ustalıkla harmanlıyor; okuyucuyu çocuğun zihninin içine davet ediyor. Bu yaklaşım, kitabı sıradan bir anıdan çıkarıp, edebi bir düzleme taşıyor.

Özellikle çocuklukla yetişkinliğin eşiğinde duran bölümler, Marcel Proust’un hatıra kırıntılarını andıran bir duyarlılıkla örülmüş.

Bununla birlikte, bazı okurlar için bu minimal üslup “fazla içe dönük” gelebilir.

Karakterler arasındaki diyalogların sınırlılığı, olay örgüsünü yavaşlatabiliyor. Romanın dramatik temposu, klasik kurgu beklentisi olan okurları hayal kırıklığına uğratabilir.

Nettel’in hikâyesi, 1970’ler Meksika’sının politik gerilimleri eşliğinde geçiyor. Öğrenci hareketleri, kadınların özgürleşme mücadelesi ve sol düşüncenin yükselişi, metnin arka planında sessizce akıyor.

Anlatıcı, çocuk gözünden bu siyasal iklimi doğrudan analiz etmese de, ebeveynlerinin entelektüel çevresi üzerinden dönemin ideolojik çatışmalarını sezdiriyor.

Bu açıdan eser, bireysel bir otobiyografi olmanın ötesinde, dönemin siyasi atmosferine dair değerli bir tanıklık da sunuyor.

Kitap, doğumla gelen fiziksel bir farklılığın çocuk psikolojisi üzerindeki etkilerini çarpıcı bir dürüstlükle irdeliyor.

Nettel, engellilik kavramını bir “eksiklik” değil, farklı bir varoluş biçimi olarak ele alıyor.

Modern psikolojinin gelişim kuramlarıyla bakıldığında, anlatıcının özdeğer duygusunu yeniden inşa etme süreci dikkat çekici. Bu da travmatik beden deneyiminin, direnç kavramıyla nasıl yoğrulduğunu görmek mümkün kılıyor.

Bilimsel bakışla değerlendirildiğinde, yazarın tıbbi ayrıntıları (göz sağlığı, tedavi süreçleri gibi) yer yer şiirselleştirdiği için teknik doğrulukla edebi özgürlük arasında salındığı söylenebilir; bu durum akademik titizlik arayanlar için eksiklik olabilir.

Toplumsal normların bedene, özellikle kadın bedenine yüklediği beklentiler romanın görünmez eksenlerinden biri.

Çocuklukla ergenlik arasında, kız çocuklarının hem anneleri hem toplum tarafından nasıl şekillendirildiğini açıkça gözler önüne seriyor.

Sakatlık, güzellik, cinsellik ve kadınlık gibi kavramlar; anlatıcının kendi bedenini kabullenme süreciyle çarpışıyor. Bu yönüyle metin, feminist edebiyat içinde de anlamlı bir yere oturuyor.

Roman, bölümler arası geçişleri kronolojik bir çizgide sürdürüyor; bu sadelik, otobiyografik hafıza akışını izlemeyi kolaylaştırıyor.

Ancak yapısal olarak deneysel bir yenilik sunmuyor; geleneksel anlatı kalıplarını kırma cesareti göstermiyor. Bu durum, teknik açıdan metni “güvenli” ama bir miktar öngörülebilir kılıyor.

“İçinde Doğduğum Beden”, fiziksel farklılıkların damgalandığı bir dünyada büyümenin ne demek olduğunu anlatırken, her birimizin kendi bedenimize dair taşıdığımız kaygı ve çatışmaları görünür kılıyor.

Roman, bir yandan kırılganlığın güce dönüşebileceğini fısıldıyor; öte yandan okura sabırlı, dikkatli bir okuma disiplini dayatıyor.

Bazı kitaplar, olaylardan çok duygularla ilerler.

Nettel’in eseri tam da böyle: Sessiz, derin, ama yer yer durağan.

Edebiyatta hız değil derinlik arayan okurlar için ise benzersiz bir hazine.