Müstehcen Dünya

Abone Ol

Zaman, yaşadığımız şehrin ve yaşlanan bedenlerimizin üstünden hızla geçerken, yaşanmışlıklar kalıyor geride.

Zemheri soğukları denilen zamanlar…

Üşüyen bedenimizi ısıtmakta zorlanırken, üşüyen ruhlarımızı da ısıtmaya çalışıyoruz.

Karaladığım üç beş satır dinginleşmeye çalışan ruhuma iyi geliyor, bir de çocukluk yıllarımda hasret olduğum, baba-oğul zamanları…

Hafta sonu çocuklarla birlikte zaman geçirmenin keyfi paha biçilmez şüphesiz. Onlarla oynadığım oyun da yürüdüğüm yol da bir başka güzel oluyor.

Havanın güzel olmasını fırsat bilip kendimizi yeşil alanlara attığımız ve bir hafta sonuna sığdırdığımız oyunların haddi hesabı olmuyor.

Güney Koreli yazar Byung-Chul Han Şiddetin Topolojisi isimli kitabında; “Her şeyin bir fiyatının olduğu ve her şeyin illa bir kazanç getirmesi gerektiği bir dünya müstehcendir” diyor.

Çocukların bitmek bilmeyen enerjisine ayak uydurmak zor olsa da, oynadığımız her oyun, oyunlaştırdığımız her durum, maddi karşılığının olmadığı zamanlar yaratıyor. Keyif aldığım için bana da iyi geliyor.

Böyle bir günde; “oyumuza talip olduğunu” söyleyen belediye başkan adaylarının sahte gülücüklerine, gereksiz samimiyetine maruz kalmak ise hoş olmuyor.

Seçim sonrasında ulaşmak mümkün olmayan adayların şimdilerde ne zaman, nerede karşımıza çıkacağı belli değil.

18 yaşındaki büyük oğlum bu sene ilk defa oy kullanacak. Adayların bu samimiyetsiz durumunun o da farkında. Eğlenirken kalabalık yandaş topluluğu ile ortamı bozmaları onun da hoşuna gitmedi. Küçük oğlum bile oyun oynarken bir anda ortaya çıkıp herkese sarılarak fotoğraf çektirmeye çalışanlara anlam veremedi.

Netice itibariyle oyunumuzu sonlandırarak oradan uzaklaşmak zorunda kaldık.

10 Ağustos 2015 tarihli köşe yazımda şöyle yazmışım;

“Yerel siyaset genele yansır. Yani herkes ulusal siyasetin yanlışlığını veya doğruluğunu kendince anlatırken aslında birebir kopyası ile yerel siyaseti tarif etmiş oluyor.

Güçlü olmak gerekiyorsa ayakta kalmak için, herkes sırtını bir yerlere dayamak zorunda kalıyor.

Nasıl bir kokuşmuşluk içinde insanlık?

Nasıl bir onursuzluktur böyle?

Dün söylediğin bugünü tutmuyor, bugün söylediklerinle yarını şekillendirmeye çalışıyorsun.

Siyasetçiler öyle bir ruh haline bürünmüşler ki; etraflarına topladıkları mankurtlaşmış yaratıklardan medet umar durumdalar.

Yani siyaset mankurtlaşmış.”

Şüphesiz binlerce yıldır siyasetteki bu durum hiç değişmiyor. Anlaşılan o ki değişmeyecekte…

İşin garip yanı illaki tarafını belli etmek zorunda hissetmemiz. Aynı yazımın devamında;

“Ya onlardan olacaksın ya da kimse seni duymayacak.

Oyunun kuralı bu kadar basit…

Herkes gibi olacaksın; onların istediği gibi konuşacak, onların istediği gibi yazacaksın ve yine onlar gibi davranacaksın.

Kişiliğini ayaklar altına aldığını düşünmeyeceksin, yüzüne tükürülürse yaz yağmuru diyeceksin mesela…

Ve hep birilerinin adamı olacaksın, adam olmayacaksın! 

Memleket yangın yeri...

Ve bize hala gözlerinizi kapatın diyorlar. Bile bile bizi ateşe gönderiyorlar. Bu şehir, bu ülke sadece onların zannediyorlar. Sanki bütün bu insanlar siyasetçilerin varlığını korumak için varlar. Sanki insanca yaşamak sadece onların hakkı...

Bu şehir; siyasetçilerin diline doladıkları, her konuşmalarında söyledikleri kadar güzel ama o dillerinin altında sakladıkları baklaları bizde bilelim.

Siyasi irade olan sizlerden bazı şeyler rica ediyoruz.

 Gizli pazarlıklarınız olmasın mesela.

 Mesela bir gün de maskenizi takmadan çıkın karşımıza.

 Açıklayın mesela;

 Siyasetçi neden yalan söylemek zorundadır?

 Neden hep ikiyüzlü olmak zorundasınız?

 Ve bu vebali nasıl taşıyorsunuz?”

 Diye sorular sormuşum.

Cevabını o gün alamadığımız gibi yine alamayacağız. Ve gün yine sessiz sedasız ve yine onların istediği gibi evirilecek.

Çok değil istediğimiz; insanca yaşamak…

Son sözü Nazım’ a bırakıp, olacakların değişmeyeceğini bilerek, müstehcen dünyada yaşamaya devam edelim.

“Esas olan;

Sadece yaşamak değil

İnsana yakışır şekilde

Ve onurlu yaşamaktır.

Teslim olmadan,

Boyun eğmeden,

Sürünmeden,

El etek öpmeden yaşamaktır.”

Dedik ya; zaman, yaşadığımız şehrin ve yaşlanan bedenlerimizin üstünden hızla geçerken, yaşanmışlıklar kalıyor geride.