Gerçek zamanı sakladığımız kuytularda yaşama daha sıkı sarılıyoruz.

Hızlı geçen zamana ayak uydurma telaşıyla, hastalık salgınının gölgesinde koca yıl gitti ömrümüzden. Gerçek zaman ne, onu bile unuttuk sanırım.

Henüz salgın salgın olmamışken, hastalığın ülkemizde olmadığı iddia edilirken, herkes gönlünce seyahat edip, dilediğince birbiri ile görüşme ayrıcalığına sahip iken; Rüya Dede ve İlker’in bu anını ölümsüzleştirmişim.

O gün altına yazdığım cümle, geleceğin habercisi gibi yaşama daha sıkı sarılmamız gerektiğini söylüyor.

İlker Kılıçer…

Pantomim diğer adıyla Mim sanatçısı…

Kendi ülkesinde, kendini sözle ifade edemeyince, tüm dünyaya sözsüz çığlık atanlardan…

Sadece Türkiye’de değil, farklı ülkelerde düzenlenen festivallerde sayısız gösteri yapan bir Mim ustası olmasına rağmen, şimdilerde salgın nedeniyle sokaklarda yaptığı gösterilerle yaşamını idame ettirmeye çalışıyor.

Pantomim, kelime anlamı olarak en basit ifade ile “Sözsüz Tiyatro” olarak tanımlanır. Sanata ve sanatçıya konuşmak yasak olsa da Mim sanatçısı susarak anlatır bütün hikayeyi…

Her ne kadar sözsüz-sessiz olsa da sokak gösterileri, gürültü yapmaktan ceza yemiş zabıtalardan. Kuklası Rüya Dede ve İlker, sözsüz çığlıkları ile belli ki birilerini fena halde rahatsız etmişler…

İlker’e göre “susmak demek” değil pantomim. “Çünkü herkes susabilir. Pantomimi susmanın yerine “konuşmamayı koymak” diye tanımlayabiliriz. Görüntü ve ses kirliliğinin olduğu bir dünyada yaşıyoruz” diye tanımlıyor.

Bunca gürültünün içinde gürültüsüzlüğü, bunca kirliliğin için de kirlenmemeyi seçmek kolay değil elbette. Yaşama tutunmak gerek; kirlenmeden ve sözsüz çığlık atarak…

Salgın, tüm dünyada birçok insanın hayatını olumsuz etkiledi. Hep birlikte geçirdiğimiz zamanları, özgürce dolaştığımız sokakları, sarılarak attığımız kahkahaları özledik.

Birçok iş kolu bu olumsuz durumdan zarar gördü. Hayatlarını idame ettirmek zorunda olan insanlık zor günler geçiriyor. Hep bir arayış, hep bir yaşama telaşı var…

Müzisyenler, oyuncular ve yaşamı sahnede arayanlar için durum çok daha vahim bir tablo çiziyor. Uzun zamandır kapalı olan tiyatro sahneleri, yapılamayan konserler, boş kalan sinema salonları yüzünden, sanat emekçileri için çok daha zor günler yaşandı ve yaşanmaya da devam ediyor.

En acı olanı da; insanların içinde bulundukları çaresizlik yüzünden, sanat emekçilerinin hayatlarına son vermeleri…

İlker sözsüz çığlık atmaya devam ediyor sokaklarda, birçok sanat emekçisinin yapmaya çalıştığı gibi…

İlker’in dediği gibi; “Sessizliğin konuşmaması böyle bir şey aslında… Sessizliğin yerine söz koymazsanız susmak ölmez. Neyzen Tevfik bir konuşmasında ‘yok olmadan var olmanın yolu yok’ der. İşte pantomim yokluk üzerine kurulan bir şey. Tek bir bedende bile her şey. Beden, dekor, söz, sahne, hikayenin kendisi. Yani yokluk içinde bir varsıllık var orada”

Yaşamı bir ucundan tutmak gerek şüphesiz, fakat yaşamın tutamakları bir bir kesiliyor insan eliyle. İnsanlık birey birey yok ediyor kendini ve işte bu yüzden, toplum olmaktan çıkartıp birey olmaya yönlendiriyor.

Tek tek ve susturarak…

Şems Tebrizi şöyle der: “Sonsuzluğa götüren bir denizin kıyısına vermiştim. O zaman anladım ki susmak bir cüsse işi. Derin denizlerin işi. Sığ suları en hafif rüzgarlar bile coşturabiliyor. Derin denizleri ancak derin sevdalar… Anladım ki derin ve esrarengiz olan her şey susuyor. Anladım ki susan her şey derin ve heybetli...”

Susarak çığlık atmaya niyet eden İlker nezdinde tüm sanat emekçilerini bir kez daha hatırlatmak istedim.

Sanatı ve sanatı var edene sırt çevirme değil, el uzatma zamanı… Zira bu günleri aşmanın en güzel yolu varoluş nedenimiz olan insanlığımızı hatırlamak olacaktır.

Bir başına ve tekil olmaya alıştırıldığımız dünyada, sessiz çığlıklarımızın birleşmesi umudu var yüreğimde…

Çünkü biliyorum ki;

Gerçek zamanı sakladığımız kuytularda yaşama daha sıkı sarılıyoruz.