Tuzlu Su

Abone Ol

Bir genç kadının büyüme sancılarıyla dolu, deniz kokan bir anlatı: JessicaAndrews’unTuzlu Su (Saltwater) isimli romanı, İngiliz edebiyatının son dönem anlatılarında hem biçimsel cesareti hem de duygusal derinliğiyle öne çıkıyor.

Kimi zaman bir şiir kadar kırılgan, kimi zaman bir manifesto kadar keskin…

Tuzlu Su, klasik anlatı yapısını reddederek fragmanlar halinde ilerliyor. Anlatıcı Grace’in gözünden aktarılan metin, bilinç akışı ile şiirsel betimlemeyi ustaca harmanlıyor.

Andrews, dilin sınırlarını zorlayarak okuyucuyu Grace’in zihninin kıvrımlarında gezdiriyor. Cümleler kısa, kesik, çoğu zaman içsel bir monoloğun parçaları gibi.

Bu biçim, karakterin kimlik dağınıklığını ve aidiyet arayışını da destekliyor. Edebiyatın geleneksel anlatı biçimlerinden uzak durması, romanı çağdaş feminist yazının öncülleriyle — özellikle DeborahLevy, Maggie Nelson ve Jeanette Winterson ile — aynı düzleme yerleştiriyor.

Grace’in hikâyesi sadece kişisel bir büyüme anlatısı değil, aynı zamanda İngiltere'nin kuzeyinde büyümüş işçi sınıfı genç kadınların tarihine bir ağıt.

Thatcher sonrası İngiltere’sinde oluşan sınıf uçurumu, kuzey-güney ikiliği ve eğitimle yükselme miti, romanın arka planını oluşturuyor. Londra’ya üniversite için gelen Grace’in karşılaştığı entelektüel ama soğuk çevre ile kuzeydeki sıcak ama kırılgan ailevi bağlar arasındaki çelişki, romanın sınıfsal alt metnini oluşturuyor.

Bu anlamda Tuzlu Su, sınıfsal hareketlilik mitiyle hesaplaşan siyasi bir metindir.

Roman, annenin psikolojik gölgesi altında büyüyen bir kadının hikâyesi...

Grace’in annesiyle ilişkisi, hem bir bağlanma hem de bir özgürleşme alanı. Beden algısı, sınıf kaygısı ve kadınlık halleri; romanın merkezinde yer alıyor.

Grace’in bedenine yabancılaşması, çevresiyle kurduğu duygusal mesafeler ve öfke patlamaları, postmodern bireyin ruhsal çözülmesine ayna tutuyor.

Öte yandan, sosyolojik olarak Tuzlu Su, genç kadınların yalnızlaşan dünyasına, parçalanmış aile yapısına ve metropollerdeki yabancılaşmaya dair güçlü bir gözlem sunuyor.

Romanın özellikle çocukluk ve gençlik dönemlerine dair anlatılarında bedensel değişimler, hormonlar ve biyolojik olgular belirgin şekilde vurgulanıyor.

Grace’in bedenine yönelik algısı, biyolojik cinsiyetin ötesinde toplumsal cinsiyetin baskılarını da içeren bir çerçevede işleniyor.

Ayrıca kitap, çevresel koşulların — özellikle de ekonomik durumun ve coğrafi yerleşimin — birey üzerindeki etkisini sosyal determinist bir bakış açısıyla sunuyor.

Eğitimle toplumsal sınıflar arası geçişin ne ölçüde mümkün olduğu da bilimsel-sosyolojik sorgulamalarla işleniyor.

Romanın teknik yapısı, modernist ve postmodernist anlatıların kesişiminde duruyor. Bölümler kesik kesik; zamansal çizgi doğrusal değil. Olaylar kronolojik olarak değil, anılar ve çağrışımlar ekseninde ilerliyor.

Bu biçimsel seçimler, anlatıcının iç dünyasındaki kaosu biçimsel olarak da yansıtıyor.

Tuzlu Su’yu anlamak için sadece ne anlatıldığına değil, nasıl anlatıldığına da odaklanmak gerekiyor.

Andrews’un metni okuyucuya güvenmeyen bir yapıya sahip değil ama dikkatli bir okur talep ediyor.

Jessica Andrews’unTuzlu Su’ yu, sadece Grace’in değil; sınıf, kadınlık, aidiyet ve beden üzerine düşünen herkesin romanı.

Bu kitap, büyük cümleler kurmadan büyük gerçekliklere dokunuyor.

Anneyle olan o çözülmeyen bağ, bedenin bir coğrafya gibi keşfi ve geçmişin ağır tortusu; bir genç kadının hikâyesinden çok daha fazlasını anlatıyor.

Yazmaya çalışan biri olarak değil, bir insan olarak şunu söyleyebilirim: Tuzlu Su, içine çekip sonra yavaş yavaş bırakan bir dalga gibi.

Geriye ıslak bir sessizlik kalıyor.

“Benim adım Grace. Hikâyem parçalı. Tıpkı ben gibi…”

Tuzlu Su - JessicaAndrews