ESMA TURAN

Muğla’da "Çok Geç Olmadan Yaşam Alanlarımızı Savunuyoruz" sloganıyla çevre mitingi düzenlendi. Birçok ilçeden bir araya gelen çevreci ve köylüler, ekolojik talana karşı mücadele çağrısı yaptı.

Muğla’da Akbelen Ormanı’nda direnişini sürdüren İkizköy Çevre Komitesi, Bayır'da Entegre Çimento Fabrikası'na karşı mücadelelerini sürdüren Deştin Çevre Platformu, Marmaris-Kızılbük'te Sinpaş'a karşı mücadele veren Marmaris Kent Konseyi Ekolojik Mücadele Komitesi'nin de aralarında olduğu sivil toplum örgütleri ve siyasi parti temsilcilerinden oluşan yüzlerce kişi, "Çok Geç Olmadan Yaşam Alanlarımızı Savunuyoruz" sloganıyla dün miting düzenledi.

"HİÇ KABUL EDEMEYECEĞİMİZ BİR HAL ALDI"

Muğla’nın merkez ilçesi Menteşe’de bulunan Mehmet Ali Eren Parkı’nda toplanan çevreciler ve köylüler, ellerinde “Kömüre elveda, zeytine can feda”, “Akbelen yaşamak istiyor”, “Canlıların evini başına yıkma” yazılı pankartlar taşıdı. Grup, daha sonra miting alanına yürüdü. Miting alanında yapılan basın açıklamasını, Deştin Çevre Platformu’ndan Haluk Özsoy ve Muğla Çevre Platformu (MUÇEP) Datça Meclisi Sözcüsü Melda Omay yaptı. Açıklamada, yaşam alanlarına, doğaya ve ekolojik varlıklara saldırıların sürdüğü ve bu saldırıların sadece Türkiye’de değil dünyanın her yanında devam ettiği belirtildi.

Açıklamada şu ifadelere yer verildi:

"Yaşam alanlarımıza, yaşamımızı idame ettirmek ya da yaşamak için parçası olduğumuz doğamıza, ekolojik varlıklara saldırılar sürüyor. Türkiye’de belki daha vahşi biçimde olmak üzere bu saldırılar dünyanın her yanında sürüyor. Burada söylediğimiz her söz, bütün dünyaya söylenmiş sözdür. Bu saldırıların yaşadığımız yerellerde, Muğla’da hayatımızı giderek zorlaştıran, hiç kabul edemeyeceğimiz bir hal aldığını biliyor, bunu kabul etmediğimizi haykırıyoruz, bunun için buradayız. Türkiye’de saldırılar saymakla bitmiyor, Muğla’da ortalamanın üstünde kötü bir durum var. Kâr üzerine kurulu sistem, adını koyarsak kapitalist sistem, bizi geçinme araçlarımızdan yoksun bırakarak sürdürülmek isteniyor. Yoksulluğa, geçinememeye, yaşam alanlarımızdan edilmeye ‘hayır’ diyoruz, kabul etmiyoruz. Saymakla bitmeyecek saldırılar, Meclis'ten ya da kendisini sermayenin istediği her şeyi yapmakla görevli sayanlarca hızla uygulanıp hukuk-mevzuat diye karşımıza çıkarılıyor. Dünyada, yurttaşlarının kamu organlarını bu kadar çok davayla durdurmaya çalıştığı başka bir ülke yoktur. Açılan davaların yetmediği bütün ülkede talana, yağmaya karşı yaşadığı yeri savunmaya, geçinmeye çalışan ezilen, yerinden edilen, yaşam alanlarından koparılanların çığlığı, karşı çıkışı yükseliyor her yerden. 

"MUĞLA’NIN YÜZDE 59’U MADEN RUHSAT ALANI İLAN EDİLDİ"

Fethiye’den Bodrum’a, Kavaklıdere’den Datça’ya doğal varlıklar talan ediliyor. Bu talan, maden ocaklarıyla, termik santrallerle, kıyıların işgaliyle, halkın yaşam alanlarına erişemez hale gelmesiyle sürüyor; kabul etmiyoruz. Bu talan; hepimize, halka ait olanın halka karşı kullanılmasıyla şirketlerin, parası bol olanların özel mülkü haline getirilmesiyle yürütülüyor. Yetmiyor, acele kamulaştırmalarla yoksulların elindeki geçinme araçları da alınmak isteniyor. Sürdürülen talan, aynı zamanda parçası olduğumuz doğayı, ekolojimizi yok ediyor. Bunları kabul etmiyoruz, etmediğimizi söylemek için toplandık. Muğla’nın yüzde 59’u maden ruhsat alanı ilan edilmiş durumda. Bozulmamış doğa parçası kalmadı, bunun daha da kötü bir duruma gelmesini istemiyoruz, bunu da söylemek için toplandık.

"AKBELEN, 450 GÜNÜ AŞKIN ZAMANDIR BU YOKSULLAŞMAYA ‘HAYIR’ DİYOR"

Zeytinliklerimiz, temel geçinme, beslenme varlıklarımız yok ediliyor, bu talan sürsün isteniyor. Yönetmelik değişikliği yargı kararıyla iptal ediliyor, başka bir yönetmelikte tekrar halkın önüne konuyor. Yetmiyor, daha çok para kazanılsın diye kanun değiştirilmek isteniyor. Bunun yol açacağı sonuç, zaten yoksullaşmış olanların, geçinmeye çalışanların daha çok yoksullaşmasıdır. Akbelen, 450 günü aşkın zamandır bu yoksullaşmaya ‘hayır’ diyor. İkizköy geçinmek, üretmek, yaşamak istiyor. Mevzuatın, ardından dolanılan hukukun, halka karşı kullanılmasına ‘hayır’ demek için buradayız.

"ÇİMENTO FABRİKASI İNŞAATI BİR AN ÖNCE DURDURULSUN"

Bayır-Deştin sınırındaki Tekağaç Sırtı’nda yapımı süren çimento farikası durdurulamazsa tozuyla dumanıyla ekolojik yıkıma yol açacaktır. Fabrika, 13 maden ocağının açılmasına, 8 bin hektar orman alanının yok olmasına neden olacak. Zeytinlikler, bağ-bahçeler, arılıklar yok olacaktır. Fabrika, tarım alanlarını yok edip tarımı imkansız hale getirecektir. Yok edecekleri arasında Bayır Barajı, Kazan Göleti de yer alıyor. Ortak varlıkları yok edecek çimento fabrikası inşaatının bir an önce durdurulmasını istiyoruz. Fabrika yapıldığında bir avuç para babası kârlarını büyütürken halk yoksullaşacak, fabrikada çalışanlar başta, etkilediği alandaki tüm canlıların sağlığı bozulacaktır. Bunun adı ekonomik gelişme değil, az sayıda kişi zenginleşirken binlerce kişiyi yoksullaştıran, sağlığını bozan ekolojik ve ekonomik bir yıkım projesidir. Kızılbükte kaçak inşaat yalanlarla sürüyor. Marmarisliler, Muğlalılar, bütün ülke, mahkeme kararlarını dolanarak sürdürülen kaçak inşaatın durdurulmasını istiyor. Kaçak inşaatı durdurması gerekenler, mahkeme kararına uyulmasını sağlamakla görevli olanlar, ÇED sürecini mahkeme kararını hiçe sayarak yürütüyor. Kabul etmiyoruz, etmeyeceğiz.

"ORTAK VARLIKLARIMIZIN YOK EDİLDİĞİ BİR İŞLEYİŞİ İSTEMİYORUZ"

Fethiye’den Datça’ya, Gökova’dan Bodrum’a kıyılar talan ediliyor. Dünya’da benzeri olmayan, kamuya ait kıyılar talan ediliyor. Bu talan sürdüğünde geriye yok edilen doğa, kirlenen deniz, kıyı ekosistemi, beton yığınlarına dönmüş kıyılar kalacak. Kıyıların doğallığının yok edilmesini istemiyoruz. Kıyıların doğal yapısını bozan, hepimiz adına davranmak zorunda olan devletin ortak olduğu MUÇEV Limited Şirketi olsa da kabul etmiyoruz. Birbiriyle uyumlu olmayan Bütünleşik Kıyı Alanları Yönetim Planı, Aydın-Muğla-Denizli Çevre Düzeni Planı, koruma amaçlı ÇDP planlarını yapanların tek derdi, bir avuç şirketin daha da zengin edilmesi. Bütün bunlar, dava açanların aldıkları mahkeme kararlarına rağmen yapılıyor. Kullanmanın az sayıda şirket lehine sürekli artırıldığı, ekolojik varlıkların, ortak varlıklarımızın yok edildiği bir işleyişi istemiyoruz, kabul etmiyoruz.

"KORUNMASI GEREKEN DOĞAL ALANLARI SAVUNMAYA DEVAM EDECEĞİZ”

Muğla’nın önemli sulak alanlarından Köyceğiz Dalyan özel çevre koruma alanını besleyen Sandras Dağı'nın da madencilik faaliyetleri ile yok edilmesine karşı mücadele devam ediyor. Doğal sit alanları, önemli doğa koruma alanları, onları koruması gereken kurumlar yerine halkın davalarıyla korunmaya çalışılıyor. Korunması gereken diğer bir sulak alan, Bodrum-Milas Bargilya Tuzlası ise büyük inşaat şirketlerine peşkeş çekiliyor. Buradan bir kez daha ilan ediyoruz; resmi kararlara konu edilmeyen sulak alanlar da dahil, korunması ve gelecek nesillere bırakılması gereken doğal alanları kararlılıkla savunmaya devam edeceğiz.

"YAŞAM ALANLARINI YOK ETMESİNİ KABUL ETMİYORUZ"

Yat limanlarının mavi yolculuğu yok edeceğini, yat limanlarının Muğla’nın kıyılarını sadece zenginlerin, dolar milyonerlerinin görebileceği, giderek yaşanmaz alanlar haline gelmesine yol açacağını biliyoruz. Yat limanları, yüzyıllardır kıyılara, denize zarar vermeden kullanan yöre halkının denizini, kıyısını çalacak. Yaşanan örneklerden biliyoruz. Kıyılardaki biyolojik çeşitliği yok edecek yat limanlarının kalkınma masalıyla yaşam alanlarını yok etmesini kabul etmiyoruz. Su kıtlığı bütün dünya gibi Muğla’nın da temel sorunlarından biriyken termik santraller, bütün Muğla halkının ihtiyacından daha fazla suyu kullanıp kirleterek doğaya bırakıyor. Bunun akıl dışı olduğunu biliyoruz, söylüyoruz. Bunlar ortadayken su kıtlığına çözüm olarak deniz suyunu kısmen arıtmak ve atık suyu denizi mahvetmek üzere deşarj etmek önümüze konuyor. Zenginin sermayesini artıracak ama hepimizin yoksullaşmasına, suya erişmek gibi temel haklarımızın gasp edilmesine yol açacak yöntemlerden vazgeçilmesini istiyoruz. Başka bir hayat mümkün demek için buradayız.”

Çevreciler, taleplerini ise şöyle sıraladı:

“Devlet tarafından uluslararası sözleşmelerle üstlenilen yükümlülüklere uygun davranılmasın. Çevreye-ekolojiye ilişkin kararların, ortak varlıkların, hayatın korunarak ve süreklilik esas alınarak verilmesini talep ediyoruz. Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın işlevlerine göre bölünerek doğal olanı korumak için yeniden yapılandırılmasını, iklim krizinin hepimizin, bütün dünyanın sorunu olduğunun kabul edilmesini; iklim krizinden sadece etkilenmediğimizi, aynı zamanda krize katkıda bulunulduğunun kabul edilmesini, başta fosil yakıt kullananlar olmak üzere, iklim krizine katkıda bulunan tesislerin ve projelerin bir an önce sona erdirilmesini, özelleştirme uygulamalarına derhal son verilmesini; tersine, kamulaştırma yoluna başvurulmasını, kıyıların metalaştırılmasından vazgeçilmesini, bilimsel olmadığı mahkeme kararları ile kanıtlanmış ekolojik temelli bilimsel raporlara dayanarak ve şirketlerin çıkarlarına göre kullanmayı esas alarak bütün Türkiye’de doğal sit alanlarının belirlenip ilan edilmesinden derhal vazgeçilmesini talep ediyoruz.”