Birleşmiş Milletler bu yıl, Dünya Ormancılık Günü ve Orman Haftası’nın temasını “Ormanlar ve İnovasyon: Daha İyi Bir Dünya İçin Yeni Çözümler” olarak belirledi. Bu temayla ormanlar ve inovasyon ilişkisi değerlendirilerek günümüz çevre problemlerinin çözümünde önemli bir yere sahip olan yenilikçi teknolojilerin ormanların korunmasında ve sürdürülebilirliğindeki rolüne vurgu yapılıyor.
Dünyada her yıl ortalama 10 milyon hektar orman alanı yok oluyor
Ormanların; erozyonu önleme, su üretimi, iklimi düzenleme ve havayı temizleme gibi birçok ekosistem hizmeti sunduğunu belirten TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, “Ormanlar aynı zamanda; iklim krizinin etkilerinin azaltılmasında, biyolojik çeşitlilik ve su varlıklarının korunmasında kritik bir öneme sahip. Ancak ormansızlaşma nedeniyle dünyada her yıl ortalama 10 milyon hektar orman alanı kaybediliyor ve orman yangınları sebebiyle yaklaşık 70 milyon hektar alan olumsuz etkileniyor. Karasal biyolojik çeşitliliğin %80'ine ev sahipliği yapan ormanlar ayrıca erişilebilir suyun da %70'ini sağlıyor. Ormansızlaşmayı azaltmak ve ormanların tahribatlarını önlemek için yeni yaklaşımlara ve teknolojilere ihtiyaç var. Drone (hava çekimi), uydu teknolojisi, uzaktan algılama ve yapay zekâ uygulamaları gibi yeniliklerin yanında orman yangınlarına karşı kullanılabilecek erken uyarı sistemleri; ormanları koruma, izleme ve sürdürülebilir orman yönetimi konularında önemli bir role sahip" dedi.
Madencilik izinleri ormanların ve su varlıklarının geleceğini tehdit ediyor
Ülkemizdeki ormanların ve su varlıklarının geleceği için koruma politikalarının öneminin altını çizen Ataç, “Türkiye, orman varlığını artıran ender ülkelerden biri olmasına rağmen, orman mevzuatında maden, enerji ve turizm gibi sektörlere kullanım alanı için verilen izinler ormanlarımızı tehdit ediyor. 2012-2022 yılları arasında verilen izinler 400 bin hektarı (533 bin futbol sahası) aşarken, sadece maden izni verilen alanların büyüklüğü 110 bin hektara (146 bin futbol sahası) ulaşmıştır. Vakfımızın 29 ilde yaptığı haritalandırma çalışmalarına göre; bu illerin toplam yüzölçümünün %67'si madenlere ruhsatlı iken %65’i ise orman alanıdır. İklim, biyolojik çeşitlilik ve su varlıkları için hayati öneme sahip olan ormanları koruyan politikaların hayata geçirilmesi gerektiği tartışmasızdır. Ayrıca madencilik faaliyetleri, yer altı ve yüzey sularını da kirleten, suya ağır metaller ve radyoaktif maddeler karışmasına yol açan ciddi bir tehdittir. Bir yandan iklim krizi su varlıklarımızın azalmasına neden olurken diğer yandan mevcut temiz su varlıklarının madencilik faaliyetleri nedeniyle zarar görmesi ve yok olması, tüm canlıların en temel yaşam kaynağını kaybetmesi anlamına gelmektedir” şeklinde konuştu.
2,2 milyar kişi güvenli içme suyundan mahrum
Bu yıl Dünya Su Günü’nün teması ise “Barış için Su” olarak belirlendi. Bu tema ile suya erişimde kimsenin geride bırakılmaması, suyun kullanım ve yönetiminde herkesin ihtiyaçlarının gözetilmesi ve suyun daha barışçıl bir dünya için önemli bir aktör olarak değerlendirilmesine vurgu yapılıyor.
Suyun, üzerinde rekabet edilecek bir kaynak değil, aksine tüm canlıların yaşam hakkı olan doğal bir varlık olduğunu vurgulayan Ataç, “Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 2022 yılında yayınladığı bir rapora göre dünya nüfusunun yaklaşık yarısı, yılın bir bölümünde ciddi bir su kıtlığı yaşıyor. Aynı zamanda Dünya Sağlık Örgütü ve Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu’nun 2023 yılında açıkladığı verilere göre hiçbir arıtma işleminden geçmeyen yüzey sularını içen 115 milyon kişi de dahil olmak üzere 2,2 milyar kişi hâlâ kaliteli ve yeterli içme suyuna ulaşamıyor” ifadelerini kullandı.
Türkiye'nin su potansiyelinde 2030 yılına kadar %20 azalma bekleniyor
Türkiye'nin üç tarafının denizlerle çevrili olmasına rağmen, karasal su varlıkları açısından zengin bir ülke olmadığına dikkat çeken Deniz Ataç “Ülkemizde kişi başına düşen yıllık yenilenebilir su potansiyeli sadece 1.313 m³, bu oran ülkemizi su stresi yaşayan ülkeler arasına sokuyor. İklim değişikliğinden dolayı artan sıcaklıklar, buharlaşma, kuraklık ve artan nüfusla birlikte, 2030 yılına kadar su potansiyelinde %20 azalma ve kişi başına düşen su miktarının ise 1.000 m³'ün altına düşmesi bekleniyor. Bu sebeple azalan su varlıklarımızı korumak için hemen harekete geçilmesi gerekiyor. Mevcut su varlıkları; madencilik faaliyetlerinden korunmalı, yoğun su kullanımı olan endüstriyel tesislerde su tasarrufu yapılmalı, su iletim hatlarında kayıp ve kaçak kontrolleri yapılmalı, tarımda verimli sulama sistemlerine geçilmeli ve yeşil alanlarda su ihtiyacı az olan bitkiler tercih edilmelidir. Bireysel olarak da suyu israf etmemek ve ihtiyaç doğrultusunda kullanarak gereksiz su kullanımını azaltmak ve toplumu bu konuda bilinçlendirmek de büyük önem taşıyor” dedi.
Su, barış için bir araç olabilir
Günümüzde, su varlıklarının korunması için ulusal ve uluslararası iş birliklerinin zorunlu hale geldiğini belirten Ataç, “Çevresel sürdürülebilirlik ve doğal hayat, gıda güvencesi ve ekonomik üretim, kamu sağlığı ve refahı gibi tüm hedefler, iyi işleyen ve adil bir şekilde yönetilen bir su döngüsüne bağlı. Ancak su kıtlığı, kirliliği ya da suya erişimde eşitsizlik söz konusu olduğunda topluluklar ve ülkeler arasında gerilim artabilir. Bu nedenle ülkeler; iklim değişikliğiyle mücadele, küresel göç politikası ve açlığı yönetirken, ulusal ve uluslararası su iş birliklerini barış planlarının merkezine almalılar. Topluluklar ve ülkeler bu konuda iş birliği sağladığında su, barış için bir araç olabilir” diye konuştu.
Deniz Ataç, daha yaşanabilir bir dünya için herkesi, orman alanlarını ve su varlıklarını korumaya; ormanları artırma ve suyu verimli kullanma çalışmalarına destek olmaya davet etti.