Kimi kitaplar bir hikâye anlatmaz, bir çağrıda bulunur.

Şahin Yıldırım’ın Amarat adlı eseri tam da böyle bir çağrıdır: Henüz kurulmamış bir dünyanın, henüz doğmamış duyguların ve henüz tanımlanmamış ilişkilerin içine okuru çeker.

“Dünya henüz kuruluyordu. Kuşlar konacağı dalı bilmiyor, sular öylece bekliyordu…” diye başlar kitap. İşte bu başlangıç, yalnızca romanın değil, insanın da başlama çizgisidir.

Amarat, edebi anlamda oldukça şiirsel bir dile sahip. Yıldırım, her paragrafı sanki doğanın nefesiyle yazmış. Toprak, ateş, su ve aşk; bu dört öğe arasında kurulan kardeşlik, kitabın omurgasını oluşturuyor.

Lirik bir anlatımla, alegorik bir kurguyla örülmüş roman, doğayı ve insanı neredeyse birer metafora dönüştürüyor.

Karakterler değil duygular, olaylar değil simgeler konuşuyor. Bu yönüyle Amarat, bir roman olmaktan çok bir destanın modern yorumu gibi okunmalı.

Kitap, tarih öncesi bir evrende geçiyor gibi görünse de, bugünün siyasetine dair ince göndermeler barındırıyor.

Henüz hiçbir şeyin “kurumsallaşmadığı” bir düzende, kardeşlik ve paylaşım gibi kavramların ortaya çıkışı, aslında politik yapının tohumlarının nasıl atıldığını düşündürüyor.

Güç dengesi, hak, aidiyet gibi kavramlar kitabın dokusunda henüz tam olarak belirgin değil ama biz, modern dünyanın gölgesinden baktığımızda, o yapıyı sezebiliyoruz.

Yıldırım’ın kaleminde yaratılış, ne kutsal kitaplardaki gibi ne de bilimsel evrim anlatılarındaki gibi işleniyor.

Amarat, ikisinin arasında bir yerde, üçüncü bir ihtimal yaratıyor: İnsanlığın mitolojik, psikolojik ve sembolik doğuşu. Bilimsel bir kesinlik sunmasa da, okuru evrimsel ve antropolojik çağrışımların eşiğine davet ediyor.

Romanın belki de en güçlü yanlarından biri, duyguların doğuşunu ele alış biçimi. Aşk, kitapta bir duygudan ziyade bir olay gibi ele alınıyor: İlk defa gerçekleşiyor, ilk defa tanımlanıyor.

Bu yönüyle aşk, bilinç düzeyinde bir kırılma ânı. Aynı şekilde merak da bir tür devrim olarak işleniyor; bilgiye açlık, insanın içindeki ilk uyanışın habercisi oluyor.

Topluluk henüz “toplum” olmamışken, insan henüz “insan” kimliğini tanımlamamışken, Amarat bizlere ilk ilişkilerin nasıl kurulabileceğine dair sezgisel bir anlatı sunuyor.

Kardeşlik, yardımlaşma, ait olma duygusu bunların tamamı birer deneyim değil, birer ilk kez yaşanış hali olarak sunuluyor. Bu da romana neredeyse sosyolojik bir derinlik katıyor.

226 sayfalık romanın yapısı, şiirsel yoğunlukla sade anlatımı dengeliyor. Bölümler kısa ama anlam yoğun; kelimeler az ama yankıları geniş.

Sayfa tasarımı ve kurgusu, okura hem nefes aldırıyor hem de düşünsel bir derinliğe gömülme fırsatı veriyor.

Görsel sadelik, metnin sembolik zenginliğini ön plana çıkarıyor.

Şahin Yıldırım’ın Amarat’ı, bir roman olmanın yanında, bir varoluş düşüncesi, bir insanlık hatırlatması.

Her satırıyla insanın içindeki “ilk insanı” uyandıran bu eser, tarih öncesi bir evrende kurulu olsa da, bugüne belki de yarına dair çok şey söylüyor.

Amarat, modern dünyadan yorgun düşmüş her okura, insana, doğaya ve duygulara yeniden bağlanma imkânı sunuyor.

Kim olduğumuzu değil, kim olabileceğimizi sorgulatan bu roman, sadece bir başlangıcı anlatmıyor belki de bizi yeni bir başlangıca çağırıyor.

Okunmalı çünkü:
Edebi zenginlik arıyorsanız, tarih dışı ama politik bir alt metin arıyorsanız, psikolojik ve felsefi katmanları olan eserleri seviyorsanız, doğayı ve insanı bütünsel bir anlatımda görmek istiyorsanız, Amarat tam da aradığınız şey olabilir.