Yaşamak… Eksiklik hissetmeden inadına yaşamak…

Gözün görmüyorsa, kulağın duymuyorsa, bir uzvun yoksa veya kullanamıyorsan ya da sessiz kalıyorsan dünyaya, bir kusur gibi söylenir.

Özürlüsündür, engellisindir hatta sakatsındır…

O kadar çok ki hayatımızda; bu dışlanmışlığı, ötekileşmeyi, hayattan soğumayı hisseden bireyler. Bazen ailesi yüzünden, bazen toplum yüzünden, bazen de kendi özgüvensizliği yüzünden hep dışarda kalmışlar akıp giden yaşamın.

Hiç kimseye bağlı veya bağımlı kalmadan yaşayabilecekken bağlı kalarak yaşayabileceklerine inandırılmışlar. Birisinin yardımı olmadan hiçbir şey yapamayacakları öğretilmiş çünkü…

Toplum dışlamış, ötelemiş, yok saymış, birey olma fırsatı vermemiş…

Daha da kötüsü ayrı bir isim takılmış bu insanlara; Özürlü, Engelli, Sakat…

Böyle olunca da eksikliği hep kendisinde bulmuş bu bireyler.

Çünkü acıyarak bakıyor aynı ortamı paylaştığı etrafındaki insanlar; en yakınından en uzağına fark etmeksizin…

Çünkü onların yürümesine uygun hale getirilen bir kaldırım lütuf gibi sunuluyor yerel yönetimler tarafından, görevleri olduğu bilinmeksizin…

Çünkü hiç o eksikliği yaşamayacak gibi yaşıyoruz dünyada, her bireyin bir gün aynı kaderi yaşayabileceği ihtimalini aklımıza getirmeksizin…

Çünkü hiç onların yaşamını düşünmedik, yaşamımıza devam ettik onlar gibi yaşayabilmeyi düşünmeksizin…

Çünkü onları eksik, özürlü, engelli gördük, asıl engellin bizim beyinlerimizde olduğunu görmeksizin…

Çünkü yaşamın hep bizim istediğimiz gibi şekilleneceğini sandık, inşa ettiğimiz şekilsiz binaların içine sığmayan hayatları anlamaksızın…

Bütün bu olumsuzluklara rağmen hayatı zevk alarak yaşayanlar da var elbette,  hem de hiçbir eksiklik hissetmeden yaşamı anlamaya devam ederek…

Bayram Özen…

Namı diğer; Kör Bayram

Çok uzun yıllardır tanıdığım arkadaşım, dostum, fikirdaşım…

Bir fincan kahve, bir demlik çaya bakar uzun zamana sığdıramadığımız sohbetlerin başlaması…

Altı Nokta Körler Derneği Aydın Şube Başkanı olarak yıllardır, söylemleri ve hayata geçirdiği projelerle kendisi gibi kör bireylerin hayata tutunması için çabalıyor.

Engelli denmesine şiddetle karşı çıkıyor. Bazıları garipsese de göğsünü gere gere kör olduğunu söylüyor hatta Kör Bayram denmesi zerrece incitmiyor. Tam tersi keyif alıyor.

Çünkü engelli olmadığını, tam tersi onun gibilere engel olunduğunu haykırıyor yıllardır; yapamazsın denileni yaparak, başaramazsın denileni başararak.

Gitar çalıp şarkı söylemek sıradan gelebilir size ama bununla yetinmiyor Kör Bayram…

İşi var çalışıyor, bilgisayar kullanıyor hem de bilgisayar kursu veriyor, resim yapıyor, heykel yapıyor, tiyatro oyununda sahne alıyor, bowling oynuyor, bisiklete biniyor, futbol ve basketbol oynuyor…

Bunlar hatırlayabildiklerim, hatırlayamadıklarım için beni affetsin çünkü onun hafızası kadar hafızaya sahip değilim. Zira bir yolculuk sırasında otobüsün mola verdiği dinlenme tesisinde, sadece iki dakika sohbet ettiği bir kişiyi sesinden onun kim olduğunu on yıl geçse bile hatırlayabiliyor. Buna şahit olduğum anki şaşkınlığımı anlatmak için kelime bulamadım, zaten adamcağız da ne diyeceğini bilememişti.

Garip biri bu Kör Bayram…

Kör dendikçe, yaptıklarıyla onu ötekileştirmeye çalışanları daha çok şaşırtıyor.

Sadece kendisi için değil, kendisi gibi kör bireylerin yaşama tutunabilmesi için dernekte projeler üretip, bu projelerin hayata geçmesi için çabalıyor. Çünkü ona göre her bireyin birine bağımlı olmadan yaşamaya hakkı var…

Her birey birine bağımlı olmadan pekala yaşayabilir ama sorunun çözümünü bilirse…

Martin Luther King;“Bir sorunu çözmenin en iyi yolu nedenini yok etmektir” diyor. Nedeni yok etmek için hepimizin etrafımızda olup bitene bir kez de bu pencereden bakmamız gerekiyor.

Hayata küsmüş şekilde yaşamalarının nedeni kör olmaları ya da sağır olmaları değil.Bu insanların yaşamını yok sayarak inşa ettiğimiz şehirler…

Kaldırım rampalarının durumu, trafik ışıklarının uyarı sesi olmaması, yolların uygunsuzluğu, merdivenlere onları düşünmeden şekil verilmesi gibi gibi gibi… 

Gerçi merdivene gerek yok Bayram ve Bayram gibilerinin hayattaki hedeflerine yükselmesi için. Zira; “Hiçbir merdivenin olmasa bile kendi başının üstüne çıkmayı başarmalısın, yoksa yukarıya nasıl çıkarsın?” diyen Friedrich Nietzschegibi başlarını sadece gövdesinin üstünde taşıdıkları ağırlık gibi görmeyip, onu kullanmayı başarmışlar.

Zor olanı seçiyoruz hep, kolay olanı elimizin tersiyle bir kenara itip.

Eksikliklerimizi, kusurlarımızı, özürlerimizi birbirimizin yüzüne karşı haykırırcasına yaşamak niyetiyle kurguladığımız hayatlarımızın, bizden uzak olması dileğiyle söyledim ilk sözü;

Yaşamak… Eksiklik hissetmeden inadına yaşamak…