Marie-ClaudeAkiba-Egry'nin Türkçeye çevrilen ilk romanı “Susan Çocuk”, bireysel bir acının kolektif bir tarihle nasıl iç içe geçtiğini anlatan çarpıcı bir anlatı.

1962'de Cezayir'in bağımsızlık sürecinde köyünden kaçırılıp öldürülen ve mezarı dahi bulunamayan bir babanın ardından kalan sessizlik, özlem ve belirsizlik, yazarın çocukluk hafızasında derin izler bırakıyor.

1954-1962 yılları arasında süren Cezayir Bağımsızlık Savaşı, Fransa’nın yüzyıllar süren sömürgeci yönetimine karşı yürütülen kanlı bir mücadeleydi. Yaklaşık 1,5 milyon kişinin öldüğü, on binlercesinin kaybolduğu bu savaş, sadece bir askeri çatışma değil; kimlik, kültür, dil ve hafıza için verilen çok yönlü bir direnişti.

Akiba-Egry’nin babası, FLN (Ulusal Kurtuluş Cephesi) ile ilişkili olduğu iddiasıyla kaçırılır ve bir daha kendisinden haber alınamaz. Bu durum, dönemin yaygın insan hakları ihlallerine ve Fransız hükümetinin sistematik bastırma politikalarına da ışık tutar. Roman, bu bağlamda bir kız çocuğunun hafızasında yer eden bir devlet şiddeti eleştirisidir.

O yüzdedir ki bu roman, sadece bir kaybın değil, aynı zamanda bir halkın tarihsel travmasının da edebi bir yansımasıdır denilebilir.

Akiba-Egry'nin anlatımı, şiirsel bir sadelikle örülmüş. Roman, bir çocuğun gözünden anlatılan anılarla, geçmişin izlerini sürerken, okuyucuyu da duygusal bir yolculuğa çıkarıyor.

Yazarın dili, sade ama derin; anlatımı ise içten ve etkileyici. Bu özellikler, romanın edebi değerini artırıyor ve okuyucunun metne bağlanmasını sağlıyor.

“Susan Çocuk”, Cezayir'in bağımsızlık mücadelesi sırasında yaşanan bireysel trajedileri ve bu trajedilerin aileler üzerindeki etkilerini gözler önüne seriyor.

Yazarın annesinin, eşinin naaşını bulmak için yıllarca süren çabaları ve sonuçsuz kalan girişimleri, dönemin sosyal ve politik atmosferini yansıtıyor. Bu bağlamda roman, tarihsel bir belge niteliği taşıyor ve okuyucuya dönemin zorluklarını hissettiriyor.

Roman, bir çocuğun travma sonrası yaşadığı duygusal süreçleri ve bu süreçlerin bireyin gelişimi üzerindeki etkilerini de ele alıyor.

Yazarın, babasının yazdığı mektupları okuyarak okuma yazma öğrenmesi ve yazıya olan ilgisi, psikolojik bir başa çıkma mekanizması olarak değerlendirilebilir.

Çocuklukta yaşanan kayıplar, bireyin psikolojik gelişimi üzerinde derin etkiler bırakır. Yazar, babasının mektuplarından okumayı öğrenerek kelimelere tutunur. Yazı ve dil, onun için hem bir direnç hem de bir sığınaktır.

Bu durum, travmatik belleğin nasıl yapılandığına ve nasıl aktarıldığına dair psikanalitik okumaları da mümkün kılıyor.

Akiba-Egry’nin yazı yoluyla iyileşme arayışı, bugün travma terapisinde kullanılan “anlatı terapisi” ile benzerlik gösteriyor.Bu yönüyle roman, psikoloji ve çocuk gelişimi alanında da incelenmeye değer bir eser.

Roman, Cezayir'in kültürel yapısını ve dini inançlarını da arka planda yansıtıyor. Ailenin yaşadığı kayıp ve bu kaybın ardından gelen yas süreci, İslam kültüründeki ölüm ve yas ritüelleriyle örtüşüyor.

Cezayir toplumunun İslami yapısını doğrudan ön plana çıkarmasa da, ölüm, yas ve adalet arayışları İslam kültürünün sessiz ama belirleyici etkisini taşır.

Aynı zamanda yazarın ailesinin Yahudi kökenli olması, kimlik çatışmalarını ve Fransız-Cezayirli melezliğini de romana taşıyor. Bu da kitabı, siyasi bir trajedinin dışında kültürel aidiyetin de sorgulandığı bir metne dönüştürüyor.Buaçıdan eser, dini ve kültürel değerlerin birey üzerindeki etkilerini de gözler önüne seriyor.

Yazarın kendi yaşamından izler taşıyan bu eser, otobiyografik unsurlar barındırıyor. Roman, anı ile kurgu arasında denge kuran ve ikisinin birleştiği hibrit bir yapıya sahip. Geçmişin parçalanmış sahneleriyle şimdiki zaman arasında gidip gelen anlatı, okuru bir hafıza labirentindedolaştırıyor.

Ayrıca metin boyunca zamanın doğrusal olmaması, travmatik olayların bellek üzerindeki etkisini yansıtan bilinçli bir anlatı stratejisi sunuyor. Bu teknik, romanı modern otobiyografik anlatıların bir örneği haline getiriyor.

Anlatının akışı, geçmiş ve şimdi arasında gidip gelen bir yapıya sahip. Bu teknik, okuyucunun karakterin iç dünyasına daha derinlemesine nüfuz etmesini sağlıyor.

Sonuç olarak, “Susan Çocuk”, sadece bir bireyin kaybını değil, aynı zamanda bir toplumun tarihsel ve kültürel dönüşümünü de anlatan çok katmanlı bir roman.

Edebi, sosyal, tarihi, bilimsel, dini ve teknik açılardan zengin bir içeriğe sahip olan bu eser, okuyucusunu derin düşüncelere sevk ediyor ve uzun süre etkisinden çıkılamayacak bir iz bırakıyor.