Edebiyat tarihinde bazı kitaplar yazıldıkları dönemin çok ötesine seslenirler.

Leyla Erbil’in 1971’ de kaleme aldığı “Tuhaf Bir Kadın isimli eseri de o metinlerden biri.

Kadınlık, toplum, cinsellik, ahlak, iktidar ve dil üzerine kurulu bu roman, Türk edebiyatının kalıplarını zorlamasıyla hâlâ güncelliğini koruyor. Üstelik bunu yaparken ne bir manifesto ne de bir günlük olarak; kendi çelişkileriyle yaşayan bir kadının zihninden, “kırık bir aynanın” parçalarıyla yapıyor.

Erbil, roman boyunca dili bir direniş alanına dönüştürmüş. Geleneksel anlatı biçimlerini reddederek; noktalama işaretlerini bilinçli biçimde kullanmadan, zaman çizgisini parçalayıp, bilinç akışıyla karakterin iç sesini serbest bırakıyor.

Romanın kahramanı Nermin’in ağzından şu satırlar gelir:

“Ben tuhaf değilim; onlar beni tuhaf buluyorlar çünkü ben onların istediği gibi bir kadın değilim.”

Bu cümle, yalnızca karakterin değil, yazarın da sesi gibi. Türkçenin patriyarkal yapısını sarsarak, kelimeleri “kadınca” bir biçimde yeniden üretiyor. Ancak bu biçimsel cesaret, bazı okurlarda “anlaşılmazlık” duygusu yaratabilir.

Erbil’in üslubu, alışılagelmiş anlatı konforunu yıkarak romanı zorlu ama derin bir okuma deneyimine dönüştürüyor.

Romanın yazıldığı dönem, Türkiye’de hem politik hem toplumsal çalkantıların yoğun yaşandığı bir süreç…

1960’ların özgürlükçü rüzgârı, bir yandan gençlik hareketlerini beslerken, diğer yandan bireyin devlet, aile ve toplum baskısıyla sıkıştığı bir zemini de ortaya koyuyor.

Nermin’in isyanı yalnızca cinsiyetine değil, sınıfsal yapıya da yöneliktir. Roman, dönemin aydın-işçi ilişkisini, burjuva ahlakını ve ataerkil toplumu acımasızca eleştiriyor.

Diğer yandan romanın bu politik dili, bazen kişisel dramın önüne geçerek anlatının duygusal derinliğini gölgeliyor.

“Tuhaf Bir Kadın”, bir kadının çocukluktan yetişkinliğe uzanan benlik arayışının da romanı…

Erbil, psikanalitik açıdan karakterini çıplak bırakıp; Nermin’in iç dünyası, bastırılmış arzuları, suçluluk duyguları, toplumsal baskılar ve bilinçaltı çatışmalarıyla dolduruyor.

Freud’un “bastırma” kavramı, roman boyunca canlı biçimde hissediliyor. Nermin’in annesiyle kurduğu gergin ilişki, baba otoritesine karşı öfkesi ve bedenine yabancılaşması, hem bireysel hem kolektif bir kadın hikâyesine dönüşüyor.

Erbil, kadın kimliğini edebiyatın merkezine yerleştirirken, toplumun kadın üzerindeki ahlaki baskılarını yerle bir ediyor.

Romanda, Nermin’in eğitim hayatı, aşk ilişkileri ve yazarlık arzusu boyunca karşılaştığı engeller, dönemin Türkiye’sindeki toplumsal cinsiyet rollerinin somut bir eleştirisidir. Bugün bile birçok kadının “tuhaf” olarak etiketlenme biçimi, romanın ne kadar zamansız olduğunu kanıtlıyor.

Leyla Erbil, bir yazar olmanın ötesinde, bir dil araştırmacısı gibi edebiyattaki dil farklılığını da ortaya koyuyor. Türkçedeki eril yapıları bozarak yeni bir ifade alanı açıyor.

Roman boyunca dildeki kırılmalar, karakterin zihinsel çözülmeleriyle paralel ilerliyor. Erbil’in bu cesur tavrı, sonraki kuşak feminist yazarlara –Sevgi Soysal, Tezer Özlü, Latife Tekin gibi– edebi bir yol açmıştır.

Romanın biçimsel olarak en güçlü yanı, parçalı yapısı ve bilinç akışı tekniğidir. Ancak bu üslup, romanın “okunabilirliğini” kimi zaman zedeleyebiliyor.

Anlatının bölünmüş yapısı, okurdan yoğun bir dikkat ve sabır ister. Bu yönüyle “Tuhaf Bir Kadın”, okur dostu bir roman değildir ama düşünen okur için bir laboratuvardır.

Sonuç olarak; tuhaf olmak cesur olmayı gerektirir.

Leyla Erbil’in “Tuhaf Bir Kadın”ı, Türk edebiyatında bir dönüm noktasıdır. Kadın kimliğini, dili ve düşünceyi aynı potada eriterek bir “edebi devrim” yaratmıştır.

Romanın en çarpıcı yanı, kadınlığın trajedisini bir fikir metnine değil, yaşayan bir ruhun iç sarsıntılarına dönüştürmesidir.

Belki de Erbil’in bize hatırlattığı şey şudur:

Toplumun “tuhaf” dediği her kadın, aslında bir uyanıştır.