Bir sabah uyandığınızda her şeyin — zamanın, rengin, sesin — griye dönmüş olduğunu hissetmek…

Yazar Zeynep Ebla Ceylan’ın “Sus Pus Gri” isimli eseri bu hissin kitabı.

Birkaç yıl önce, pandeminin etkilerinden sıyrılmaya çalışırken, Aydın yürütücülüğünü yaptığım Kitap Ağacı isimli kitap kulübümüzde konuşulmak üzere bir kitap tavsiye edildi.

“Var mıydık?” isimli kitap, on bir kadının bir araya gelerek oluşturduğu bu eserdi. Zeynep Ebla Ceylan ve arkadaşlarını bir oturumumuzda misafir ettik.

Kitaba dair söyleşimizde birçok güzel konuya değindik. Yazma serüvenlerini ve bir araya gelme amaçlarını dinledik.

Zeynep Hanım’la aynı öykü yarışmasına katılmış olduğumuzu da orada öğrendim. Efeler Belediyesi’nin düzenlemiş olduğu “Kadın Temalı Öykü Yarışması”nda ikimizin öyküsü de yayımlanmaya değer görülen seçki de yer almış ve bu öyküler “Kadına Değsin Sesimiz” ismiyle yayımlandı. Aynı kitapta öykülerimizin olması benim için de ayrı bir gurur kaynağı oldu.

Hemen akabinde yayımlanan ilk romanı “Sus Pus Gri” ile tekrar kitap kulübümüzde ağırlamak büyük keyifti.

Bu yazımda kitap ile ilgili değerlendirmelerimi toparlamaya çalışacağım

“Sus Pus Gri”, her biri kendi yalnızlığıyla buluşmuş, kendi sesini bulmayı bekleyen üç farklı erkeğin dünyasına davet eden bir metin.

“Yüreğimden başka taşıyacak yüküm yok” cümlesiyle, satırlarının arasında, suskunlukların içinde yükselen bir ifade aratıyor.

Sade ama aynı zamanda örülü dili, Ceylan’ın deneysel çalışmalarında bütünlemiş gibi… Örneğin; “Kelimeler vurdu belleğinin duvarlarına” cümlesi tek başına bir atmosfer kuruyor. Bellek, duvar, kelime; sessiz ama yoğun.

Bilinç akışı tekniği ve kelime oyunlarıyla örülü metin, geleneksel roman yapılarından uzak bir anlatı sunmuş.

Olumlu yönleri arasında; özgün dil kullanımı, samimi anlatım tonu ve bireyin iç dünyasına doğru cesur bir yolculuk sayılabilir. Okuyucu yalnızlığın içinden geçiyor, doyurucu cümlelerle birlikte nefes alıyor.

Eleştirilecek tarafı ise; bu deneyselliğin her okuyucu için kolay olmaması. Yapı kimi zaman yönünü bulmayı zorlaştırıyor. Metin kısa olmasına rağmen ağırlaşıyor. Geleneksel düz anlatı bekleyen bir okuyucu için “anlam arama” süreci yorucu olabilir.

Kitap doğrudan belirli bir tarihsel olaya bağlanmasa da, modernliğin iç zamanına dair bir ruh hali sunuyor. Kentleşme, bireyselleşme, iletişimsizlik gibi kavramlar siyasi ve toplumsal dönüşümlerin gölgesinde duran bir yalnızlık haline dönüşüyor.

Politik bir söylemi yok; ancak ‘iletişimsiz birey’, ‘modern hayatın sessizliği’ gibi motifler, arka plânda neoliberal bireycilik ve teknolojik yabancılaşmanın izlerini taşıyor.

Psikolojik olarak, kitap bir “kendini bulma” ya da “kendine yabancılaşma” sürecini okura yaşatıyor.

“Kelimesiz konuşanlar tanır birbirini” ifadesiyle; iletişimsizliğin sessizliğini ve kelimelerin ötesinde bir bağ kurulabileceğini söylüyor.

Sosyolojik açıdan bakıldığında, modern toplumun bireyi nasıl yalnızlaştırdığı, farklı dünyalardan gelen insanların nasıl birbirinin üzerindeki sessizlikle karşılaştığı kitabın temel eksenlerini oluşturuyor. Farklı yaşlar, farklı geçmişler, birbirine dokunamayan hikâyeler… Ancak toplumsal katmanlara dair daha somut analiz arayanlar için biraz yüzeysel kalabilir.

Bilimsel kuramlar doğrudan baskın değil; ancak psikolojiyle, bilinçaltıyla, bellekle ilişkili anlatım teknikleri yer alıyor.

Teknik açıdan, kısa metin olması bir avantaj fakat yoğun anlatım gücü okuyucuya nefes aldırmıyor. Bu da alışılmış romandan beklenen karakter gelişimi ve olay örgüsü açısından “eksik” hissi yaratabiliyor.

Zeynep Ebla Ceylan’ın eseri modern bireyin gri sabahlarına dair bir kitap.

Sessizliği, suskunluğu ve kendi içindeki yankısını görmek isteyen herkes için bir davet. Ancak şunu da belirtmek gerekir: okurun sabrı ve dikkatine ihtiyaç var. Hızlı okunacak bir metin değil; düşünülmeli, tekrar düşünülmeli.

Kendine has cümleleri ile okuyucuyu kendine çekiyor:

“Yüreğimden başka taşıyacak yüküm yok.”

Bu yük belki de paylaşılmamış sözlerin, bastırılmış duyguların, susulmuş hikâyelerin yükü… Bir köşede unutulmuş bir sandık gibi hâlâ orada duran.

Dili, atmosferi, içsel yolculuğu güçlü ve etkileyici diyebilirim. Bazı okuyucular için açık uçlu ve yönsüz olabilir. Hızlı tatmin bekleyenler için ideal olmayabilir.

Okuyucu gözüyle bakınca: bu kitap, bir gündemdeki konuyu doğrudan işlemeden “zamanın ruhunu” yakalamaya çalışıyor.

Bu çaba takdire değer.