Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Türk edebiyatının güçlü bir romancısı olmasının yanında, yaşadığı dönemin ruhunu kelimelerle oyan bir fikir ve sanat adamıdır.

Onun 1934 yılında yayımlanan “Ankara” adlı romanı, edebî bir eser değil, aynı zamanda bir dönemin siyasal, sosyal ve kültürel değişimlerinin panoramasıdır.

Bu roman, başkent Ankara’nın fiziksel gelişimini değil, onun üzerinden modern Türkiye'nin ruhsal inşasını anlatır. Ve bu yönüyle, bir roman olmaktan çıkar, bir milletin kimlik arayışına ayna tutar.

Yakup Kadri’nin dili, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarına denk gelen birçok eserinde olduğu gibi sadeleşme çabasına paralel bir çizgi izler.

“Ankara”da bu sade dil, yer yer aydın bir bireyin entelektüel iç çatışmalarını yansıtan yoğun imgelerle zenginleşir.

Anlatımda realizmin ağır bastığı görülürken, özellikle karakter çözümlemelerinde psikolojik derinlik ön plandadır.

Romanın başkahramanı Selma Hanım, birey olarak bir kadının değil, adeta bir dönemin ve zihinsel dönüşümün temsilcisidir. Bu bakımdan “Ankara”, bireyin serüveni ile toplumun dönüşümünü iç içe geçiren bir anlatıdır.

Roman üç bölümden oluşur ve her bölümde farklı bir Ankara vardır:

Birinci Ankara, savaş yıllarının ve Anadolu’nun yorgun ama umutlu yüzüdür. Milli Mücadele ruhu hâkimdir.

İkinci Ankara, Cumhuriyet’in ilk yıllarının idealleriyle şekillenen bir şehirdir. İnşa edilen bir başkent ve onunla birlikte yeniden şekillenmeye çalışan bir toplum vardır.

Üçüncü Ankara ise zamanla idealizmin yerini alan bireysel çıkarlara ve yozlaşmaya işaret eder.

Bu üç dönem, aslında yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin değişim sürecine ayna tutar.

Yakup Kadri, Cumhuriyet’in ilk yıllarına duyduğu hayranlığı ve umudu, ilerleyen yıllarda gördüğü çarpıklıklarla birlikte sorgulamaya başlar.

Böylece roman, yalnızca bir şehir anlatısı değil; aynı zamanda bir vicdan muhasebesidir.

Yakup Kadri, romanında Atatürk ilke ve inkılaplarını içtenlikle savunur. Fakat zamanla halktan uzaklaşan bürokratik sınıfı ve ideallerin yerini alan menfaat ilişkilerini eleştirmekten de geri durmaz.

Bu yönüyle “Ankara”, tek parti döneminin bir özeleştirisidir. Cumhuriyet’in ilk kuşak aydınlarının yaşadığı hayal kırıklıklarını satır aralarında hissettirir. Siyasi bir roman olmamasına rağmen, dönemin politik atmosferi arka planda sürekli hissedilir.

Romanın yapısal başarısı, zaman örgüsünün belirgin biçimde üçe bölünmesinde yatar.

Bu teknik yapı, yalnızca mekânsal değil, zihinsel bir dönüşümü de yansıtır.

Karakter olarak Selma Hanım merkezde yer alırken, çevresindeki erkek figürler –Binbaşı Hakkı Bey, Nazif Bey, Hayri Bey– onun değişim sürecindeki farklı yansımalarıdır.

Romanın anlatıcısı, hem dışsal gözlemci hem de içsel yorumcu bir konumda bulunarak, okuyucuya mesafeli bir sezgiyle yön verir.

Yakup Kadri’nin “Ankara” romanı, yalnızca bir şehir anlatısı değil; aynı zamanda karakterler aracılığıyla bir ideoloji sorgulamasıdır. Bu karakterler, birey olmanın ötesinde birer fikir, sınıf ve dönem temsilcisi gibidir.

Romanın başkahramanı Selma Hanım’ın etrafında şekillenen karakterler, hem onun içsel dönüşümünü belirler hem de Türkiye’nin geçirdiği zihinsel evrimi simgeler.

· Selma Hanım – Bir Aydın Kadının Arayışı

Romanın merkezinde yer alan Selma Hanım, idealist bir kadın olarak romanda boy gösterir. İlk bölümde vatanperverliği ve Anadolu’nun saf halkına duyduğu sempatiyle dikkat çeker. Ancak zamanla, toplumsal değişimle birlikte kişisel dönüşüm geçirir. Önce asker Binbaşı Hakkı Bey’in yanında milli mücadele ruhunu paylaşır, sonra burjuva sınıfından Nazif Bey’le evlenerek bireysel ve konformist yaşama yönelir. Sonunda Hayri Bey gibi entelektüel bir figürle beraberliği, onu yeniden düşünmeye ve sorgulamaya iter. Selma Hanım, bu yönüyle Cumhuriyet kadınının ve aydın bireyin sancılı dönüşümünün sembolüdür.

· Binbaşı Hakkı Bey – Fedakârlığın ve Vatanseverliğin Temsilcisi

Birinci bölümde yer alan Binbaşı Hakkı Bey, Milli Mücadele ruhunu en somut şekilde temsil eden karakterdir. Gösterişten uzak, dürüst ve halkla iç içedir. Onun idealist yapısı ve özverili duruşu, Cumhuriyet’in ilk kuşağındaki saf inancın sembolüdür. Ancak bu karakterin romanın ilerleyen bölümlerinde yer almaması, zamanla bu değerlerin geri planda kalışına da bir göndermedir.

· Nazif Bey – Yeni Zengin Sınıfın Portresi

Selma’nın ikinci eşidir. Zenginliği, statüsü ve dışa dönük yaşam tarzıyla yeni burjuvazinin tipik temsilcisidir. Onunla birlikte Selma, ideallerden uzaklaşır ve yüzeysel bir yaşam tarzına yönelir. Nazif Bey, Cumhuriyet’in başta ortaya koyduğu halkçı ve eşitlikçi değerlerin zamanla bireysel çıkarlara evrilmesinin eleştirisini taşır.

· Neşet Sabit Bey – İdealistten Bürokrata Evrilen Aydın

Neşet Sabit Bey, romanın başlarında idealleri uğruna çaba gösteren, halk için çalışan bir aydın tipi olarak karşımıza çıkar. Ankara’nın ilk yıllarında halkçılık, eşitlik ve kalkınma gibi yüksek idealler peşinde koşar. Ancak zamanla bu ideallerin yerini kişisel çıkarlar ve bürokratik hırslar alır.

Neşet Sabit, başlangıçta Cumhuriyet kadrolarının iyi niyetini temsil ederken, romanın ilerleyen bölümlerinde sisteme uyum sağlayan, düzenin adamı haline gelen bir figüre dönüşür.

Onun değişimi, sadece bireysel bir yozlaşmayı değil; genç Cumhuriyet’in temel değerlerinden nasıl uzaklaştığını da gözler önüne serer. Neşet Sabit’in şahsında, halktan kopan ve halk için çalışmak iddiasını kaybeden bir aydın sınıfın trajedisi anlatılır.

Yakup Kadri, bu karakter aracılığıyla yeni rejimin en büyük problemlerinden birini –yani halkla devlet arasında oluşan mesafeyi– erkenden teşhis eder. Neşet Sabit’in, eskiden tutkuyla savunduğu idealleri artık yalnızca resmi nutuklarda dile getiriyor olması, eserin eleştirel bakışının önemli bir parçasıdır.

Sonuç olarakAnkara”;Yakup Kadri’nin en önemli eserlerinden biri olmanın ötesinde, Cumhuriyet tarihinin ruhunu kavramak isteyen herkes için temel bir metindir.

Bir idealin doğuşunu, gelişimini ve yozlaşmasını anlatan bu roman; bugün bile geçmişe, bugüne ve geleceğe dair sorular sormamıza neden olur.

Selma Hanım’ın hayatı üzerinden sorulan bu soruların yanıtı belki yoktur; ama sormaya devam etmek, belki de “Ankara” nın bizde bırakmak istediği en kalıcı izdir.