Alın teri diye bir hakikat var, ellerdeki nasır izlerinde yazılı…

Yıllar önce çektiğim bu fotoğrafı zaman zaman hatırlatıyorum kendime…

Bir baret yığını…

Yıpranmış, yorgun ve boynu bükük hepsinin…

Sahipleri kim bilir nerede?

Belki toprağın altında, belki de yaşam mücadelesi veriyor aynı torağın üstünde…

Çokça söylenen bir söz vardır; “Emek en yüce değerdir” diye. Bakın; hakkı verilen söz demiyorum. Çokça söylenen söz…

En yüce değer olmasına rağmen, hakkı verilmeyen bu değerimiz de artık yok olmaya yüz tutar hale geldi.

Sadece dilde kalan bu söz, amacının dışında her yerde kullanılır oldu. İşin garip tarafı ise emeğin karşılığını vermeyenin, haktan anlamayanın, çalışmayı hor görenin bile, emeğin yüceliğinden bahsediyor olması

Binlerce yıldır emeği sömürenler ve emeği sömürülenler arasında bitmek bilmeyen haksız durum yaşanmaktadır. Zaman içerisinde adı değişmiştir belki ama sömürenin sömürülene zulmü bitmemiştir.

Çok çalışmaktan, hep daha çok çalışmaktan, çok çalışılırsa daha güzel hayat yaşanılacağından bahsedilir ama çok çalışanların hakkının ödenmesi sırası gelince ağzını bıçak açmaz, o öğütleyenlerin…

İnsanlık, başkasının hakkını yemek için sıraya girmişken, bugünün hakkı yeneni fırsatını bulduğunda o da başkasının hakkını yer hale gelmişken, aynı insanlığa alın terinin ne olduğunu anlatmak zor oluyor.

Gazeteci yazar Don Marquis;“İnsan size alın teriyle zengin olduğunu söylerse, onlara şu soruyu sorun: Kimin alın teriyle?”

Sahi; kimin alın teriyle?

Ses yok!

Peki…

Yaşamak için daha çoğuna değil, yeteri kadarına ihtiyacımız var.

Başkalarının alın terini kendi alın teri gibi gören ve bunu da yasalarla normal hale getiren de yine aynı insanlık…

Konuşunca mangalda kül bırakmayanlar vardır. Atıp tutmakta üstlerine olmayan bu zatı-muhteremler, dişiyle tırnağıyla kazıyarak başardıkları zorlu hayat yolculuklarını anlatırlar bol bol… Halbuki bu süreçte kim bilir kaç kişinin hakkını yemiş, kaç kişiyi işinden-aşından etmiş, kaç yaşamın önünü kapatmıştır.

Güçlü olanın güçsüz olanı ezmesi normal kabul edilmiştir.  Çünkü hep daha çoğunu, daha iyisini yapmayı öğütlemişlerdir bizlere…

Ne zamandan beri?

Kabil ile Habil’ den beri belki de…

Kabil kardeşi Habil’in ürettiklerini kıskanmasaydı ya da Habil, Kabil’i küçük görüp dalga geçmeseydi; ne kardeş kardeşe düşman olurdu, ne de daha çoğunu, daha iyisini yapmak gibi bir dert olurdu…

Kim bilir?

Yine ses yok!

Peki…

“Emek olmadan yemek olmaz” dese de eskiler, emek vermeden kolay kazanmanın yollarını arıyor insanlık her daim…

Çalışan, emek veren, alın teri döken bunların karşılığını alamayınca çalışmamaya, emek vermemeye ve alın teri dökmeden hayatını idame ettirmeye niyetleniyor.

Gün geçmiyor ki, kolay kazanma sevdasıyla elindekini avucundakini de kaybeden insanların dramatik öykülerini görüyoruz. Daha dramatik olanı ise; yapanların, bu yola sapmayanları aşağılaması, küçüksemesi hatta hatta aptal yerine koyması…

Bütün bunlara rağmen hiç değişmeyen bir gerçeklik var;

Alın teri diye bir hakikat var, ellerdeki nasır izlerinde yazılı…