Çinli yazar Yan Lianke, “Günler, Aylar, Yıllar” adlı kısa romanında modern Çin edebiyatının sınırlarını zorlayarak zamana, dirence ve yalnızlığa dair evrensel bir hikâye anlatıyor.

70 sayfalık bu sade ama sarsıcı metin, hem bir felaket anlatısı hem de bir varoluş alegorisidir.

Görünürde kuraklıkla mücadele eden yaşlı bir adamın ve onun sadık köpeğinin hikâyesini anlatan roman, derinlikli bir biçimde Çin'in tarihsel travmalarını, toplumsal yapısını ve insan doğasının sınırlarını sorguluyor.

Küçük hacmine rağmen roman, edebi ve düşünsel katmanlarıyla devleşiyor ve minimalizmin içinde maksimum derinliği olan edebi bir eser sunuyor.

Yan Lianke’nin dili yalın, neredeyse şiirsiz bir nesirdir; ama tam da bu sadelik içinde metafizik bir yankı vardır.

Mekân betimlemeleri, zamanın durağanlığı ve suskunluklar, hikâyenin çoraklığına denk düşen bir biçimde işlenir.

Romanın başkişisi –ismi verilmeyen yaşlı adam– adeta Beckett’in karakterlerine yaklaşır; hiçbir beklentisi kalmamış, beklemeyi bile bırakmış bir figürdür.

Bir köyün tamamı göç ederken onun tek başına kalışı, “Godot’yu Beklerken”’in boş bekleyişini değil, direngen bir varoluşu çağrıştırır.

Her gün tek bir mısır bitkisini yaşatmaya çalışması, aslında bir edebi motif olarak “umut”un değil, “kararlılığın” alegorisidir.

Göç, yoksulluk ve dayanışmasızlık temalarının işlendiği sosyolojik bir yorum olan roman, Çin kırsalında yaşanan ekolojik felaketin ardından yaşanan kitlesel göçün mikro bir temsili. Köy boşalmıştır; yaşlı adam hariç herkes daha “umutlu” yerlere gitmiştir.

Bu, sadece doğa felaketine verilen bir tepki değil, aynı zamanda sosyolojik bir yabancılaşmadır.

Topluluk ruhu çökmüş, birey kendi başının çaresine bakmak zorunda kalmıştır. Yaşlı adamın kalışı, toplumsal dayanışma fikrinin çöküşüne karşı bir duruştur.

Bugünün modern toplumlarında da sıkça karşılaştığımız bir gerçeklik: Afet anlarında bireyin yalnızlığı, sistemlerin çöküşüyle birlikte daha da görünür hale gelir.

Diğer taraftan yalnızlığın anatomisini gözler önüne seren, psikolojik katmanları ile okuyucuyu sarsan bir roman.

Karakterin iç dünyasına dair doğrudan bir iç monolog yok ama suskunlukları, rutinleri ve azalan enerjisiyle yaşlı adamın psikolojisi bütün çıplaklığıyla görünür hale geliyor.

Köpeğiyle kurduğu bağ, yalnızlığın ve insani temasın ikamesi halindedir. Bir bakıma, köpek burada Jungcu anlamda “gölge” arketipidir; yaşlı adamın iç sesi, korkusu, içsel dayanma gücü.

Kuraklık ve yoksunluk, yalnızca dışsal çevresel olgular değil, aynı zamanda içsel çöküşün metaforlarıdır.

Roman, Mao’nun gölgesindeki kırsal Çin’ in tarihsel arka planına da bir pencere açıyor.

Yan Lianke, romanlarında Çin’in “konuşulmayan” tarihine sıkça yer verir. “Günler, Aylar, Yıllar” doğrudan politik bir metin olmamakla birlikte, Mao sonrası Çin’in kırsalındaki sefaletin ve devletin ihmal ettiği halkın sessiz portresidir.

Kolektivizmin ve komünal düzenin çöküşünden sonra geride kalanların hikâyesidir bu.

Kırsal kalkınma vaadinin gerçekleşmediği, modernleşmenin marjinalleştirdiği bölgelerde halk, iklim felaketleriyle baş başa bırakılmıştır.

Kitapta doğrudan bir hükümet ya da otorite figürü yoktur. Bu yokluk, başlı başına bir politik eleştiridir.

Devletin en ihtiyaç duyulduğu anda görünmezliği, yapısal şiddetin ve ihmalin göstergesidir. Yaşlı adam ve köpeği, modern devletin gözden çıkardığı yurttaşlar haline gelmiştir.

Bu bağlamda kitap, sessiz bir politik manifestodur: Devlet yalnızca var olduğunda değil, yok olduğunda da bir şey söyler.

Roman boyunca yaşlı adam, bir mısır bitkisini yaşatmaya çalışıyor. Bu, teknik anlamda sürdürülebilir tarımın bir parodisine dönüşüyor.

Toprağın su tutmaması, yağmurun düşmemesi, tohumun yeşermemesi gibi detaylar bilimsel gerçekliklerle uyumludur.

Kuraklıkla mücadelede geleneksel yöntemlerin yetersiz kaldığı; modern tekniklerin ya bilinmediği ya da ulaşılamadığı açıkça görülüyor.

Bu durum, gelişmekte olan ülkelerdeki ekolojik kriz yönetiminin teknik ve bilgi eksiklikleriyle bağlantılı sorunlarına işaret ediyor.

Direnç bir erdem midir?

“Günler, Aylar, Yıllar”, bir felaket anlatısı olduğu kadar bir etik sorudur da:

Direnmek ne zaman anlamlıdır?

Umutsuzluğun ortasında ısrar etmek, hayatta kalmanın ötesinde bir anlam taşır mı?

Yan Lianke, bu soruları okura doğrudan sormaz, ama yaşlı adamın varlığı bu sorularla örülür.

Modern dünyanın hızla tükettiği, unuttuğu ve ihmal ettiği değerleri hatırlatır: Sadakat, sabır, basitliğin gücü.

Bu küçük büyük roman, günümüz okuruna sadece Çin’in uzak bir köyünü değil, insanın evrensel yalnızlığını, doğayla sınavını ve hayatta kalmanın ontolojik yükünü anlatıyor.

Son cümle kitaptan bir alıntı olsun:

“Köyden geriye sadece iki varlık kalmıştı: Yaşlı adam ve köpek. Onlar, zamanın kendisi gibi sessiz ve inatçıydılar.”