Byung-Chul Han, çağımızın en keskin zekâlarından biri olarak yalnızca bir filozof değil, bir teşhisçidir.
Tinsel, siyasal ve teknolojik hastalıklarımızı eşsiz bir berraklıkla teşhis eder. “Şiddetin Topolojisi” ise onun bu teşhis gücünün zirveye çıktığı, günümüz insanına dönük en sert ama aynı zamanda en içgörülü eleştirilerinden biridir.
Han’ın kalemi bir filozofun kaleminden çok bir cerrahın neşteri gibidir. Sade ama serttir; karmaşık kavramları zarif ve etkili metaforlarla örer.
“Pozitiflik toplumu”, “performans öznesi”, “şeffaflık terörü” gibi terimler sadece teorik değil, aynı zamanda estetik ifadelerdir.
Şiddetin artık çıplak biçiminden uzaklaştığını, görünmez, sessiz ve hatta içselleştirilmiş bir hale dönüştüğünü anlatırken kullandığı dil, düşünsel olduğu kadar da şiirseldir.
Han, klasik şiddet anlayışını sarsıyor: Ona göre artık bireyleri ezen devlet aygıtlarından ya da zorbalıklardan değil, bireyin kendine uyguladığı bir “pozitif şiddet”ten bahsetmeliyiz.
Toplumun bireyden beklentisi artık uyum değil, sürekli üretim ve performans. Han’ın bu teşhisini, geç kapitalizmin birey üzerindeki yıkıcı etkisi olarak açıklıyor.
Sosyal medya, öz-kontrolün, öz-gözetimin ve öz-sömürününmekânı haline gelmiştir.
Freud’un bastırma toplumundan çıkıp Han’ın “tükenme toplumu”na varıyoruz. Artık yasakların değil, sınırların değil, bizzat özgürlüğün içselleştirildiği bir rejimdeyiz.
Birey, kendi kendini sömürürken tükeniyor. Bu bağlamda depresyon, bireyin artık kendisiyle bile baş edemediği modern bir patolojiye dönüşüyor.
Han, depresyonu “pozitif şiddetin” doğal sonucu olarak gösteriyor: İrade, özgürlük ve üretkenlik talepleri altında ezilen birey, sonunda yıkılıyor.
Foucault'nunbiyopolitik kavramına selam çakan Han, şiddetin tarihsel evrimini gözler önüne seriyor.
Antik dönemin fiziksel cezaları, modernitenin disiplin mekanizmaları ve günümüzün “şeffaflık rejimi” arasında köprüler kuruyor.
Artık şiddet celladın sopasıyla değil, ekranın ışığıyla, algoritmanın emirleriyle işliyor.
Bu dönüşüm, tarihin en tehlikeli şiddet biçiminin artık görünmez hale gelmiş olmasıdır.
Han’a göre neoliberal sistem, klasik otoriter sistemlerden farklı olarak, dışsal bir baskı kurmuyor. Bunun yerine bireyi, gönüllü olarak sisteme entegre ediyor. Bu “gönüllü kölelik”, denetimin en yüksek biçimi olarak karşımıza çıkıyor.
Katılımcılık adı altında bireyler sürekli olarak gözetleniyor, izleniyor ve değerlendiriliyor. Modern siyaset, özgürlüğü bir araç olarak kullanarak bireyin direncini sıfıra indiriyor.
Han’ın dijital teknolojilere yönelik eleştirisi, teknik değil, yapısal bir sorgulama içeriyor. Bigdata, yapay zeka ve algoritmik yönetim biçimleri, bireyin davranışlarını öngörmekle kalmayıp onu yönlendirme kapasitesine sahiptir.
Bilimsel ilerleme, etik ve varoluşsal bir tehdit haline gelebilir mi?
Han bu soruyu cesurca soruyor ve özellikle sağlık, eğitim, üretkenlik gibi alanlarda “sayısallaştırılmış şiddetin” sınırlarını çiziyor.
Şeffaflık Han’a göre bir erdem değil, bir zorbalıktır.
Sayılar, puanlar, veriler aracılığıyla bireylerin yaşamı matematiksel bir alana sıkıştırılıyor. Bu durum, modern şiddetin en ileri teknik ifadesidir.
Not sistemleri, başarı sıralamaları, sosyal medya algoritmaları...
Hepsi Han’ın tabiriyle “şiddetsiz şiddet”in mimarisini oluşturur.
Teknik rasyonalite, duyguyu, insani mesafeyi ve etik yargıyı ortadan kaldırıyor.
Byung-Chul Han’ın “Şiddetin Topolojisi” adlı eseri, çağımızı anlamak isteyen herkes için bir pusula işlevi görüyor.
Kitap, bize yalnızca şiddetin biçim değiştirdiğini değil, onun artık ne kadar içselleşmiş ve sıradanlaştığını da gösteriyor.
Şiddet artık bağırmıyor; fısıldıyor.
Artık yakmıyor; yavaşça solduruyor.
Ve bu yüzden, Han’ın ortaya koyduğu bu “topoloji”, sadece akademik bir analiz değil, aynı zamanda etik bir uyarıdır:
Sessiz şiddetin coğrafyasında yaşarken, kendi iç haritamızı da yeniden çizmeliyiz.