Bilinmezlik bekliyor, birlikte büyütüp, umutla karaladığımız gökyüzü soframızı…

Böyle yazmışım; kuru bir dal parçasının dibinde oturmuş sonsuz boşluğu izleyen iki insanla tamamladığım fotoğrafımın altına…

Bilmediği şeylerden hep korkmuştur insanlık ya da bilinmeyeni bilmeye gayret etmiştir. O yüzden sürekli olarak bilinmeze yolculuk ettiğini sanır yaşamı boyunca...

Doğa, kuru dal gibi ortada bırakınca, kendini yalnız ve çıplak hissetmeye başlar. O yüzden kendini en güvende hissettiği yer olarak yine doğayı seçer insanlık…

Daha birkaç yıl öncesine kadar şu son bir yıl içinde yaşadıklarımızın olacağını anlatsalar eminim hepimize bilim kurgu ya da korku filmleri senaryosu gibi gelecekti. Ama pandemi sürecini yaşadık hala da yaşamaya devam ediyoruz ki ne zamana kadar daha devam edecek onu da bilmiyoruz.

Tolstoy; “Hayat böyledir. Onun için hazırlık yapamazsın. Onu hazır bir şekilde bekleyemezsin. Güzelliği bu, anlamı bu… Her zaman şaşırtır ve sürprizlerle gelir. Her anın sürprizlerle dolu olduğunu ve önceden hazırlanan hiçbir yanıtın uygulanabilir olmadığını görürsün, eğer gözlerin varsa” diyor.

Hazır değildi insanlık…

Koca koca apartmanlarımız, gösterişli rezidanslarımız vardı güvenli bildiğimiz ama bu süreçte kocaman da olsa gösterişli de olsa evlerimizin yaşamak için güvenli olmadığını öğrendik. İlk günler güzeldi, eğlenceliydi… Farklıydı çünkü… Ama günler geçtikçe bizim için içerinin değil dışarının güvenli olduğunu anladık. Dışarısı yani; Doğa…

Yaşamamız gerekiyordu anlamak için…

Hayat, yalnız geriye doğru anlaşılabilir; fakat ileriye doğru yaşanmak zorundadır” diyor Can Yücel…

O zaman göreceğimiz günlerin ne olacağını hesap etmeli…

Bu süreçte anladık ki; yaşamak doğa varsa mümkün, hayatı özümsemek doğanın içinde mümkün ve güvende olmak yalnızca doğanın koynunda mümkün…

Zira evlere hapsolduğu günler biter bitmez kayıtsız şartsız doğaya koştu insanlık.

Koca koca evler yerine köylere akın etti, köylerde yaşamaya niyetlendi insanlık. Güvenli olanın bildiği doğrular olmadığını gördü, üretmezse aç kalacağını anladı insanlık.

Yani hayat eve sığmadı…

Yok etmeye çalıştığımız, yok ettiğimizin farkına varmadığımız, hunharca yağmaladığımız doğa, biz yokken de var olmaya devam ediyor.

Öyleyse biz doğanın umurunda değiliz, peki doğa bizim umurumuzda mı?

Bu soruya cevap verebilmek kolay değil şüphesiz, çünkü doğadan önce insanlık kendi kendini bitiriyor…

Bilgisayar denince akla gelen ilk isim olan, Microsoft’un kurucusu ve dünyanın en zengin 4’üncü insanı Bill Gates, ABD'deki en büyük tarım arazisine sahip kişi oldu. Toplam tarım arazisi 1 milyon dönüm olduğu biliniyor.

Bilişim dünyasının bir numaralı ismi bile yüzünü doğaya dönmüşken, insanlığın geleceğinin doğa olduğunu görmüşken; bizim de yaşamımızı tekrar gözden geçirmemiz gerekmez mi?

Albert Einstein, 2. Dünya Savaşı’nda atom bombalarının kullanılması ve yaşamımıza verdiği olumsuz etkilerin tartışıldığı bir söyleşide, 3. Dünya Savaşı ile ilgili bir soruya; “3. Dünya Savaşı’nda hangi silahların kullanılacağını bilmiyorum ama 4. Dünya Savaşı’nda taş ve sopalar olacağını biliyorum” diye cevap vermiş.

İnsanlık kendi kendini bitirmeden, daha doğrusu; insanlık kendini yemeden önce doğanın kıymetini bilmesi gerekir.

Hasıl-ı kelam;

Bilinmezlik bekliyor, birlikte büyütüp, umutla karaladığımız gökyüzü soframızı… 
 

Ümit KUTBAY
[email protected]