Uzunca zaman, denizin kollarından tutup gökyüzünü kucaklamalı...

Yüzyıllardır insanlık zamanda yolculuk yapabilmenin düşünü kuruyor. Ya yaşadığı zamanı geri alma derdinde ya da ilerde bir zaman dilimde yaşama rüyasında…

Geçmiş bize güven verir. Ne olduğunu bildiğimiz durumları tekrar ama bu kez ne olacağını bilerek, sürprizlere açık olmadan yaşamak birçoğumuz için daha caziptir.

Gelecekte ne olacağını bilmediğimizden bize hep ürkütücü gelir. Hele komplo teorisyenlerinin bollaştığı günümüzde, bu çok daha trajikomik durum yaratıyor.

Zaman…

Kıymetini bilmeden bonkörce harcadığımız, hesabını bilmediğimiz olgu…

Günümüzde en hızlı tükettiğimiz ama tükettiğimizin bile farkına varmadığımız bu olgu, hepimizin gözden kaçırmamıza rağmen yaşamımızı var eden anları saklıyor koynunda…

Herkesin değer yargıları farklıdır ama herkesin zamanı eşittir…

Salise, saniye, dakika, saat, gün, ay, yıl, ömür değil bahsettiğim…

Bu olguları nasıl geçirdiğimiz belirler, yaşamımızın geride kalan bölümünü.

Hep tüketmeye alıştırılıyoruz. Hem de bol bol tüketmeye ve hesabını yapmadan tüketmeye. Hal böyle olunca da zamanın bile kıymetini bilmiyoruz.

Dünya üzerinde yaşam gün geçtikçe zorlaşıyor. Kaynakların tükendiği veya tükenmeye az kaldığını artık hepimiz çok rahat hissediyoruz.

İnsan yaşamı için olmazsa olmaz olan su bile artık bitmek üzere…

Su kaynakları birer birer kuruyor, daha doğrusu yaşam birer birer kuruyor…

Filozof Augustinus’a göre zaman özneldir aynı zamanda ölçülebilen bir olgu veya akılda kalan izlenimdir. Zaman akılda ölçülür çünkü geçip giden şeylerin sadece akılda izlenimleri kalır.

Hayatta izler bırakmalıyız o halde…

Bizi var eden, zamanı anlamlı kılan, yaşamanın sadece nefes almaktan ibaret olmadığını ispatlayan, geçmişi hatırlatırken geleceğe ışık olan izler…

Günün birinde tamamen ortadan kalkacak bedenlerimizin değil, o bedenlerin gerçek gereksinimi olan bilme becerisi taşıyan izler…

Fotoğraf: https://www.instagram.com/p/CN8DnVXp9MX/?utm_medium=copy_link

Günlük koşturmaca içerisinde hep ertelediğimiz o kadar çok şey var ki ve bunların bize dair olan kısımlarını o kadar çok görmezden geliyoruz ki, sonucunda bize ait olmayan yaşanmışlıklar kalıyor geride…

Bizi biz yapan bütün değerleri tükettik…

Zaman çok hızlı diye bir kavram var şimdilerde. Aslında hızlanan zaman değil, aynı zaman içinde yapmaya çalıştıklarımızın çokluğu, bize zamanı kısaymış gibi düşündürüyor.

Gün içinde yaşadıklarımızı sıralamaya kalksak, bize eksik bile gelebilir. Oysa daha önceki yıllarda, aynı süre içinde daha az işle uğraştığımızı bile unuttuk.  Yıllar geçtikçe kısa zamanda, çok daha fazla şey yapmayı öğrendik.

Düşünün; fatura ödemek için bile birkaç saatinizi veya bir gününüzü ayırmak zorundayken şimdi aynı işlemi birkaç saniye içinde yapabiliyorsunuz. 

Zaman mı kısaldı, yoksa aynı zaman için de yaptıklarımız mı çoğaldı?

Öyleyse; yaşamak için gerekli olan değil gerekmeyene de sahip olmak öğretildi hızlıca…

Şems-i Tebrizi der ki; “Sabır nedir? Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir. Ve bilirler ki gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir.”

Hilalden dolunaya o sabrı göstermek için bir ay beklemek gerekir. İnsanlığın elinden alınan en önemli değer işte bu sabretmek oldu sanırım.

Beklemek, sabretmek; zamanın önemi anlamak için gereken en önemli değer iken, bize sabırla öğretilen sabırsızlık zamanımızı değersizleştirmeye yetti…

Neticede; değersizleşen zaman da kolay tüketilir oldu.

Telafisi için önerimi tekrarlayayım o vakit;

Uzunca zaman, denizin kollarından tutup gökyüzünü kucaklamalı...