Sara Mesa’nın kısa sürede edebi çevrelerde geniş yankı uyandıran romanı “Bir Aşk” (Un Amor), görünürde yalın, ancak alt katmanlarında bir hayli derinlikli bir yapıyı barındırıyor.

Çağla Soykan çevirisi ve Sel Yayıncılık etiketi ile okuyucularına ulaşan roman; hem bireysel hem toplumsal meseleleri sessiz ama sarsıcı bir biçimde önümüze koyuyor.

Mesa,sessizlikle çarpışan bir hikâye olan Bir Aşk” ile İspanyol taşrasının dar sokaklarında gezinirken yalnızlık, tahakküm, özgürlük, yabancılaşma ve arzunun izini sürüyor.

Mesa, edebi dilin sadeliğini ustalıkla kullanarak okuru çarpıcı gerçekliklerle yüzleştiriyor. Romanın başkahramanı Nat, şehir yaşamından kaçarak taşraya yerleşmiş bir çevirmen. Ancak bu kaçış, bir arayıştan çok bir sürgün hâlini alıyor. Mesa’nın anlatımındaki mesafe ve soğukkanlılık, karakterin iç dünyasındaki sessizlikle bütünleşiyor.

Edebi olarak roman, Samuel Beckett’in umutsuzluk içindeki sessizliğini, Marguerite Duras'nın duygusal buğusunu ve Clarice Lispector’un içsel çözümlemelerini hatırlatıyor.

Roman, kırsal hayatın romantize edilen yüzünün ardındaki gerçekleri gün yüzüne çıkarıyor. Taşra, roman boyunca neredeyse başka bir karakter gibi davranıyor.

Buradaki insanlar, doğrudan konuşmayan, ama davranışlarıyla sınırlayan, dışlayan ve zamanla şekillendiren bir toplumun temsilcileri.

Erkeklik normlarının hâkim olduğu bu ortamda Nat’in yabancı ve kadın oluşu, onu sürekli bir sınavın içine sokuyor. Bu yönüyle “Bir Aşk”, ataerkil toplum yapılarının hâlâ ne denli güçlü olduğunu gözler önüne seriyor.

Sara Mesa’nın romanı doğrudan bir tarih anlatısı sunmasa da, modern İspanyol toplumunun köy-kent ikiliği üzerinden şekillenen gerilimlerini başarıyla yansıtıyor.

Franco sonrası liberalleşen İspanya'nın, taşrada hâlen değişime direnen muhafazakâr damarları nasıl koruduğunu gösteriyor. Bu bağlamda, roman günümüz Avrupa taşralarındaki kimlik, yerellik ve göç olgularını dolaylı biçimde tartışıyor.

Nat’in yaşadığı psikolojik dönüşüm, romanın omurgasını oluşturuyor. Yalnızlıkla baş etmenin yolları, dışlanmışlık hissi, cinselliğin duygusal ve toplumsal yönleriyle iç içe geçmesi, karakterin iç çatışmalarında net biçimde izleniyor.

Nat’in köydeki tekinsiz ilişkisi, sadece cinsellik değil, aynı zamanda kabul görmek ve var olabilmek için duyulan arzunun da ifadesi hâline geliyor. Bu noktada roman, Lacancı anlamda “arzu nesnesi”nin toplumsal bağlamda nasıl kurulduğuna dair önemli ipuçları veriyor.

Bir çevirmen olan Nat’in mesleği, romanın bilimsel bir okumaya da kapı aralıyor. Dil, roman boyunca hem bir köprü hem de bir duvar işlevi görüyor.

Mesa, karakterlerin birbirini ne ölçüde anlayabildiği ya da anlayamadığı üzerinden iletişimin sınırlılıklarını irdeliyor. Bu, özellikle günümüzde sosyal psikoloji ve iletişim bilimlerinde sıkça tartışılan “algının inşası” ve “dilsel kopukluk” konularıyla doğrudan ilişkilendirilebilir.

Romanın teknik başarısı, ritmini hiç bozmadan ilerleyen anlatısında gizlidir denilebilir. Sara Mesa, göstererek anlatma ilkesine sadık kalarak karakterlerin iç dünyasını okuyucunun sezgisine bırakıyor.

Diyaloglar kısa, hatta bazen eksik; ancak bu eksiklikler, okurun zihninde anlamla tamamlanıyor. Ayrıca romanın bölümler hâlinde, sinematografik bir kurguya sahip olması, hikâyeyi adeta bir film gibi izlememizi sağlıyor.

Sara Mesa’nın “Bir Aşk” romanı, “aşk” kavramının sınırlarını sorgularken aynı zamanda bizi, toplumsal normların şekillendirdiği ilişkiler ağını yeniden düşünmeye çağırıyor.

Bu kitap, yüksek sesle bağırmayan ama derin bir iç titreşim yaratan edebi metinlerden biri.

Aşkı, yabancılaşmayı, cinselliği ve kaçışı romantik bir dille değil, gerçekliğin soğuk yüzüyle anlatıyor.

Mesa’nın romanı bize bir kez daha gösteriyor:

Bazen en derin yaralar, en az sözcükle anlatılır.